Mustafa Kemal’in dehasını anlatan bir çok olay dinlediğinizden, ya da okuduğunuzdan hiç şüphem yok.
Bu yazıyı, geçtiğimiz 30 Ağustos civarında yayına vermeyi düşünmüştüm.
Haksız Yunan sataşmaları nedeni ile;
Kısmet bu güne imiş.
24 Temmuz 1921 günkü Kütahya yenilgisinden başlayarak kader ağlarını örüyor.
Mustafa Kemal’in kafasına takıp uygulamaya koyduğu bir senaryo var.
24 Temmuz 1921 günkü Kütahya yenilgisini fırsat bilip, bir yıl orduyu geri çeken; 24 Temmuz 1921’den, 22 Temmuz 1922’ye kadar ve “Kurt Kapanı” metodunu uygulamaya başlayan Gazi, bu süre içerisinde Yunanlıları inceler.
Bir futbol turnuvası bahanesi ile ordu komutanlarını toplar.
21 Ağustos’ta bir çay partisi vereceğini gazetelere açıklar.
Bu arada orduyu harekete geçirip, Yunan Ordusunun arkasındaki Kocatepe’ye gönderir.
Ordu 25 Ağustos’ta istenilen noktaya varır.
Kocatepe’de Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa (İnönü), Fevzi Çakmak Paşa, Nurettin Paşa, Fahrettin Altay Paşa ve diğer subaylar sabahı beklemekteler.
Günün ilk ışıklarından hemen önce sabah saat dört’te Mustafa Kemal’in emri ile top atışları başlar.
Bütün mevziler vurulur; ölen ölür, sağ kalan düşman kaçar.
Fevzi Çakmak sessizliği bozar:
“Düşman kaçıyor Kemal, taarruz emrini ver”
Ancak Gazi bu tavsiyeye uymaz;
“Dur abi” diye cevap verir ona.
Çakmak tavsiyesinde ısrar eder;
“Tarihi fırsatı kaçırıyorsun Kemal..Adamlar mevzilenecek…Taarruz emrini ver hemen”
Gazi, onu sakinliğe davet eder;
“Dur abi”
Mustafa Kemal daha sözünü bitirir bitirmez, düşmanın kaçıp boşalttığı yerde bombalar patlamaya başlar.
Ondan başka herkes şaşırır.
Zira düşman kaçarken, boşalttığı yerlere, saatli bombalar yerleştirmiştir.
Fevzi Paşa duygusal bir atmosfere girerek ona sarılır:
“Seni bize Allah gönderdi…Orduyu büyük bir felaketten kurtardın” der.
Gazi Mustafa Kemal, bu patlamaların ardından “Süngü tak ve hücum” emri verir.
Ordu düşmanı önüne katıp, 30 Ağustos günü Dumlupınar’da zafere ulaşıp, 9 Eylül’e kadar sırasıyla, Eskişehir, Kütahya, Aydın ve Uşak işgalden kurtarır.
Uşak’da Yunan ordu komutanı esir alınır.
Yunan Ordu komutanı Nikolay Trikopis’i esir alan Ahmet Çavuş anlatıyor:
“Keşif yapmak için üç kişi dağa tırmandık.
Arkamızdan da 40 kişi gelecekti,
Tepeyi aştık, 10 tane Yunanlı il karşılaştık.
Bombayı elime alıp ‘teslim olun’ dedim.
Hepsi elini havaya kaldırdı.
Arkadan da diğer arkadaşlar geldi.
İçlerinden biri bana ”ne komutanısın?” diye sordu.
Ben de “Alay Komutanı’yım” dedim.
Gözleri fal taşı gibi açıldı.
Ben sözlerimi şöyle tamamladım:
“Bizde onbaşı bile gerektiğinde fırka (Tabur) komutanı olur”
Hepten şaşırdılar.
Esirleri teslim etmeye gittim.
Kaymakam Hüseyin içlerinden birini gösterip “Bunu tanıyor musun?” diye sordu.
“Ben ne bileyim. Yunan ğavuru işte, babamın oğlu değil ya” dedim.
Kaymakam “Bu esir aldığın adam Yunan Ordu komutanı Trikopis” dedi.
Ahmet Çavuş nasıl bir büyük balık yakaladığını burada öğrendi. (Daha sonra bu başarısından ötürü istiklal madalyası alacaktır)
Trikopis’e Türk konukseverliğine yakışır bir biçimde davrandığımızı söylemeye gerek yok sanırım.