Sinemacılar bir film görüldükten sonra genelde tekrar izlenmediğini bilir. Bu nedenle sürekli yeni senaryolar ve filmler hazırlarlar. Ama senaryo kıtlığında filmciler, aynı senaryonun üzerinde makyaj yaparak yeniden vizyona soktukları filmlerde yapar ve umursamayan, önüne ne konursa razı olan seyircilere sunarlar. Yersen seyredersin, film bittiğinde ‘Aaa biz bu filimin neredeyse aynısını, başka oyuncularla seyretmiştik.’ dersin.
Zamanda yolculuk yapıyorum…
Sanırım 1968-69 yıllarıydı. Geçenlerde kansere yenik düşen arkadaşımın annesi aynı zamanda İstanbul’da Pertevniyal lisesinde fizik öğretmenimizdi. Her ikisine de, Allah’tan rahmet diliyorum. Hocam, oğlu Mete’ye müziğe çok düşkün olduğu için bir Dual marka pikap almıştı. Mete hepimizi eve topladı ve muhteşem bir pikapta bizlere muhteşem müzikler dinletmeye başladı. Pikap hatırladığım kadarıyla, iki bin liraya alınmıştı. Birkaç gün sonra biz gençlerin ne olduğunu anlamadığımız bir şey oldu. Mete aynı pikabın dört bin liraya çıktığını söyledi. Tabi yalnız pikap değil, her şey yüzde yüz zamlanmıştı. İşte ilk defa ‘devalüasyon’ lafını o zaman duymuştuk.
Önceleri fazla bir şey anlamamıştık. Sonra cep harçlığımız azalınca, evde mutfak düzeninde farklılıklar başlayınca, anladık ki, aile bütçemiz olan gelirlerimizden önemli bir kısım, farklı bir yöntemle çalınmıştı. Oysa biz yurttaşlar olarak bu durumu hak edecek hiçbir yanlış yapmamıştık. Genç beyinler olarak, bu durumu bir türlü anlayamamış ve isyan etmiştik.
İsyan ettik de ne oldu?
Ne olacaktı ki? Milyonlarca insan ‘kaderimiz bu deyip’ yaşam mücadelesine devam ettik. Ondan sonra bu filmin onlarca kez tekrarını başka siyasi oyuncuların olduğu filimler şeklinde yaşamaya devam ettik. Bu filimler oynadıkça, yıllarca çalışıp alın terimizle yaşamda kazandıklarımız, her seferinde elimizden, bir hazan yaprağı gibi uçtuuu gitti.
Bu senaryoların yaşanmasına sebep olan yapımcılar, yönetmenler, oyuncular ne yaptılar peki?
Bu gün yaşadıklarımız sırasında ne yapılıyorsa, aynı şeyler yapılmıştı. Yani birileri vardı ve onlar yapmıştı. Yani senaryoyu yazanlar başkasıydı. Dış güçler vardı. İç güçler vardı. Muhalefet yüzünden oldu. Vatandaş da hiç tasarruf yapmadı.
Sonra kamplara böldüler yurttaşları, seçimler oldu. O gitti, öbürü geldi. Hep aynı kampların temsilcileri vardı. İhtilal oldu, hepsini kovdular ve askerler geldi. Evimizde sabah yatağımızda yatarken, ‘Kalk’ diye bir ses duyup, burnumuza dayanmış tüfekle uyandık kimi zaman. Sonra onlar gitti bunlar geldi. Bunlar gitti, ötekiler geldi. Ama zihniyet hiç değişmedi, aslında hepsi aynıydı.
Sonra ne mi oldu? Yurttaşlar her seçimde, dürüst birilerini bulur muyuz diye çabaladı durdu. Talanlar sonrası yalanlara hep kandı. En sonunda bu günlere geldik.
Enflasyon vergisiyle gelirlerimiz yine çalınıyor…
Şimdi bu yazıyı yazan olarak ben emekliyim ve emekli maaşımla geçiniyorum. Benim gibi milyonlar var. Üstüne birde genç nüfusun işsizlik sorunları var. Emekli aileler işsiz olan çocuklarını da sırtlarında taşıyorlar. Son durumuma baktım ve 2021 Ocakta dolar kuru 7.14 TL civarındaymış. Yani bu güne gelince ve döviz cinsinden hesaplayınca, maaşımın yarısı uçmuş gitmiş.
Hani diyorlar ki, her şey dövizle mi alınıyor?
Bu gün hepimiz biliyoruz ki, her şey bu yabancı paralarla ölçülüyor. Zaten elektriğe, doğal gaza, akaryakıta zam yaptıkça erk sahipleri biz yapmadık döviz arttı diyorlar. Sonra da ‘Boş ver dövizi, sen kendi parana bak’ deyip geçiyorlar. Bu ekmek olmayınca, pasta ye, demeğe benziyor.
Şimdi asgari ücrete mahkûm edilmiş milyonlarca insan, açıklanacak rakamı bekliyor. Tartışılan rakamlar geçmişe bakılarak, beklentilerle oluşuyor aslında. Esas olay asgari ücret açıklandıktan sonra başlayacak. Hangi rakam açıklanırsa açıklansın, işletmeler işçi maliyetlerinin artışını, ürettikleri mallara yansıtmak zorunda kalacaklar. Döviz artışının getirdiği maliyet artışlarına, birde işçilik artışları eklenecek. Yeni asgari ücret sonrası gelecek olan zamlarla yine maaşlar pula dönecek.
Nerden çıkarıyorsun diye sorma, biz bu filimin farklı versiyonlarını defalarca yaşamış, bedellerini her türlü ödemiş ve ödemeye devam eden Türkiye Cumhuriyetinin yurttaşlarıyız. Biz bilmeyeceğiz de, kim bilecek? Ama sorun ne biliyor musunuz, suçun tamamı da bizde be kardeşim.