Yeniden Adana

14/10/2019 07:04 5121

 

 

Yaz başlayınca, Çukurova güneşinin altında dayanamaz hale gelmiştik. Oturduğumuz evlerin betonları da ısınınca, iyice bunaltmıştı bizleri. Dışarlarda dolaşmak, daha da tehlikeliydi. Geçen yıl ege tarafında arkadaşlarımın çağrısıyla yazın bunalımından kaçabilmiştim. Bu yıl geçen yıldan tecrübeyle, egenin aşağı taraflarının da çok sıcak olduğunu bildiğimden, tüm çağrılara rağmen gitmedim. Ne zaman sıcak artık başımıza vurmaya ve hanımla sebepli-sebepsiz tartışmaya başlayınca, bunun sonunun kötü olacağını hissettim, arayışlara başladım.

Bir kitap yazmış bir yazar olmanın ilk defa ödülünü gördüm…

Adana bizi bunaltmış ve serin bir yere kaçmak için internette arayışa başlamıştım. Hedefim, egenin yukarı taraflarıydı. Şaşırtıcı bir şekilde, ilk açtığım kiralık yerler bölümünde, karşıma Altınolukta bir ev ilanı çıktı. İki katlı bahçeli, denize yakın bir ev. Ama yıllık kiraya vermek istiyorlardı. Yine de aradım. Hani olur ya, oraları beğenirsek, ha Adana, ha Altınoluk ne fark eder diye düşünüp belki kalırız diye aramıştım. Uzatmayalım, telefonla konuşmalarımda, genç bir emlakçı arkadaş, nedense benim konuşmalarımı ilginç buldu ve sevdi. Sonunda ev sahibi, internet üzerinden beni araştırmış ve iki aylık kiralama talebimi, kabul etti. Biz hemen bavulları hazırlayıp, ege denizinin kuzeyinde, Kaz dağlarının eteğine doğru yol aldık.

Ev sahibimiz emekli bir akademisyendi. Bu evi üç yıldır kimselere vermemişler. Kendileri de, rahmetli meslektaşımız Tayfun Talipoğlu’nun ölümünden sonra, ailesi tarafından sattıkları Küçük kuyudaki evi satın alarak oraya taşınmışlar.

Niye anlattım? Ev sahibi bize bu evi yazlık dönemi fiyatlarından değil, çok cüzi olan yıllık kira tarifesinden kiraladı. Nedenini de yine kendisi açıkladı. Dedi ki;’ Ben bu evi bu şartlarda kimseye kiralamazdım ama sizi araştırınca, bir yazar olduğunuzu ve kitabınız olduğunu öğrendim ve o yüzden size evimi kiralamaya razı oldum.’

Bir kitap yazmak… 

                Ülkemizde, okuyan-yazan insanlar var. Yanı sıra okuyan insanlarımızın sayısı çok az. Son dönemde döviz artışlarıyla kâğıt fiyatları da artınca, okuyucuya ulaşacak kitap fiyatları da artıyor.  Oysa bir kitap yazmak için bir ömrün birikimi ve o kitap için geçen yıllarca çaba gerekiyor. Benim yayınlanan ’Varoluştan ne anladım’ kitabım için altı yıl uğraş vermiştim. İşte bu yaz,  bir kitap yazarına saygı duyan, değerli insanla karşılaşmış olmak, beni gerçekten etkiledi.

Edremit körfezinde olmak…

                Altınoluk, Akçay ve daha aşağı inince Ayvalık, bu körfezin hemen kenarında ki yerler.  Körfezin Altınoluktaki denizi, mavi bayraklıydı. Kumsalı, çakıl taşlarından ve denizin kısa girişi de taşlıktı. Ama bu kısa girişten sonra deniz dibi kumuna ulaşıyorsunuz. Sanki akvaryum gibi. Suda dolaşan irili ufaklı balıkları, şeffaf bir şekilde görebiliyorsunuz. Rüzgâr denizi çalkalamadığı sürece, sanki bir havuzda yüzüyormuş gibi oluyorsunuz ve deniz tertemiz, berrak. Su serin ve önce ayaklarınızı değdirdiğinizde, girmeye korkuyorsunuz. Sonra kendinizi serin sulara bırakınca, o sizi sarıyor ve muhteşem bir duyguyla kucaklaşıyorsunuz denizle. Üşüme, üşüme diye bir şey kalmıyor artık.

                Bana en ilginç gelen, onca insan deniz kenarına doluşurken, kimsenin kimseyle ilgilenmeyen bir hal ve davranış içinde olmalarıydı. Kapalısı da vardı, açığı da ve hepsi kendi dünyalarında, karşısındakilere saygıyla selam verip geçiyorlardı. Ulaşım, çok düzenliydi. Çok uzun bir hat olmasına rağmen, belediye otobüsleri ve minibüs şeklindeki dolmuşlar, Edremit’e kadar yol alan bir servis düzeniyle çalışıyorlardı. Ücretlendirmeyi, mesafelere göre ayarlamış ve en kısa yol ücreti iki TL olarak belirlenmişti. Altmış beş yaş üstü olanlara ücretsiz hizmeti, belediye otobüsleri üstlenmişlerdi.

Bir kent göçlere rağmen kendi kentli kültürünü koruyabilmeli…

                En çok gözlem yaptığım ve önemsediğim konu, bölgenin göç almasıyla, bölgenin yaşam kültürünün durumuydu. Altınoluk, Akçay ve Balıkesir de bizim Adana ilimizde gördüğümüz, manzaraların hiç birini göremedim. Buralara gelenler, kendi yaşam kültürlerini, bu kentin doğal yapısında kaynaştırmışlardı.

                Evvelsi gün, metroyla Koca vezir iş merkezine gittim. Metrodan inince, kendimi başka bir ülkeye gelmiş zannettim. Arapça tabelalarla işletmeye sunulmuş çok sayıda işyeri vardı. Kaldırımlar işgal altında, kendi yaşadıkları ülkenin yaşam kültürüne uygun bir düzen kurmuşlardı. Yürüdüm ve eski halin bulunduğu cadde tarafına geçtim. Bu kez, yine başka bir memlekete gelmiş gibi oldum. Alış veriş yaptığım esnaf, bu kez güney doğulu bir esnaftı. Onlarda kendi yaşadıkları şehrin yaşam kültürünü, bu tarafta oluşturmuşlardı. Esnaf arkadaş, Suriyelilerin kurduğu düzeni eleştirdi. O artık Adanalıydı ve sonra gelenler, ona yabancı kalıyordu.

Kendi kendime sordum, Adanalılık nerede? Adanalılık Torosların ardına taşınmış olabilir mi?