Bu haftaki yazımı geçen hafta bana gelen kitapları ve o kitapları yazarlarını anlatmaya ayırıyorum.
Aslında, biliyorum ve bekleniyor ki, ülkenin ağır güncel konuları ile ilgili yazmam gerekiyor. Gerçi, bütün konuların en önemlisinin, sadece bence değil, gördüğüm kadarıyla hemen herkeste, Suriyelilerin gönderilmesi meselesi olduğunu gözlemleyebiliyorum. O konuya sırası geldiğinde çok fazlasıyla gireceğiz elbette. Çünkü zaten bir süre bu konu bitmeyecek gibi görünüyor.
Neyse, yazarlarımıza geri dönelim…
Süleyman Hatipoğlu, Mıstafa Kemal Üniversite’sinde Öğretim Üyesi. Çukurova’nın özellikle yakın tarihi konusunda önemli araşırmalar, çalışmalar yapmış bir Adanalıdır. İmzalı gönderdiği 3 kitabı Filistin Cephesi’nden Adana’ya, Çukurova’da Ermeni Mezalimi, Millî Mücadele ve Anavatana Katılım Sürecinde Hatay kitaplarıdır. Bu kitaplardan başka kitapları ve yazdığı makaleler hemen hemen tamamen Çukurova bölgesi yakın tarihi ile ilgilidir. Kısa bir ifade ile Millî Mücadele’de Çukuruca Bölgesi dediğimiz zaman Süleyman Hatipoğlu ilk akla gelen isimlerden birisi olmalıdır.
Hoca’nın her kitabı ciddi araştırmalar içeren kitaplar olmakla beraber özellikle Filistin Cephesi’nden Adana’ya kitabının ilk önce okunması gereken kitap olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.
Millî Mücadele, Mustafa Kemal Atatürk ve Çukurova konuları o kadar güzel birbiri ile bağlanmış ve aktarılmış ki, Süleyman Hatipoğlu’na herkesin ve özellikle biz Çukurovalıların mutlaka teşekkür etmesi gerektir.
Dile getirdiğim bu konuyu daha açık bir şekilde sunmak adına kitabın son satırlarını olduğu gibi yazıma aktarmayı uygun görüyorum:
“Bu mülakattan (6 Kasım 1918 tarihinde gerçekleşen mülakat. HA)sonra da Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa’ya (Cebesoy):
“Artık milletin bundan sonra kendi haklarını kendisinin araması ve müdafaa etmesi, bizlerin de mümkün olduğu kadar bu yolu göstermemiz ve bütün ordu ile beraber yardım etmemiz lazımdır”
dedikten sonra Ali Fuat Paşa’ya aynı fikirde olup olmadığını sormuş ve O’ndan:
“Aramızda tam bir mutabakat var Paşam” cevabını almıştı. Böylece bu konuşmadan anlaşılması gereken husus ilk millî mukavemet fikrinin ortaya çıkmış olmasıydı.
Ali Fuat paşa, hatıralarında bu olayların devamını da şu şekilde anlatmaktadır:
“…Evet, artık millet kendi hakkını kendisi arayacaktı. Pek memnun oldular. En mühim vazifenin şimdi bana düştüğünü, çünkü bugünlerde İngilizlerin bir tazyiki neticesi olarak Yıldırım Orduları Grubu ile muhtemelen 7. Ordu Karargâhı’nın lağvedileceğini, bu takdirde benim 20. Kolordu’nun başında kalacağımı ve bu sayede ilk müdafaa tedbirlerini alabileceğimi hatırlattı. İlk mukavemet merkezini Kilikya’da kuracaktık. Aramızda hiçbir ihtilaf yoktu.”
Müşterek bu kanaate göre, her iki komutan Millî Mücadele’nin ilk fikrî icraatını Çukurova’da yapacaklarını kararlaştırmışlardı.
Bu aktardığımız bilgilere dayanarak Mustafa Kemal Paşa’nın Güney Bölgesinde Türk halkının örgütlenmesinde göstermiş olduğu çaba ve gayretlerin sonucunda oluşturulan Kuvay-ı Milliye sayesinde bölgede ilk millî direnişler başlamıştı. Çukurova yöresinde başlayan bu millî direnişler gittikçe bütün kutsal vatan topraklarına yayılmış, çığ gibi büyüyerek Millî Mücadele şeklini almış ve düzenli ordu şekline de dönüşerek, 9 Eylül 1922 günü düşmanın denize dökülmesiyle başarıya ulaşmıştır.”
Kitaptan alıntıladığım bu satırlardan sonra ekleyecek bir ifadeye gerek olmadığını düşünüyorum.
İkinci bir yazar da Emekli Binbaşı Tamer Uman’dır. Son Şövalye Muzaffer Tekin adıyla yazdığı kitabını imzalayarak bana veren Tamer Komutan’ın kendisi de bir Kıbrıs Savaşı kahramanıdır. Mütevazı kişiliği nedeni ile bu konuyu çok öne sürmeyen Tamer Komutan, yazdığı bu ikinci kitabı ile de yazarlığını perçinlemiş ve birincide de olduğu gibi sürükleyici kitap yazabilme özelliğini ortaya koymuştur.
Kitabında benimle ilgili bölümlere de yer veren komutan, aslında yazdığı kitaplarla hem yaşanmış olayları anlatmakta ve hem de tarihe kayıt düşmüş olmaktadır. Çünkü, sayesinde benim de tanıma fırsatı bulduğum Muzaffer Tekin Komutan’ın, bir Kıbrıs Savaşı kahramanı olarak, ülkenin bir döneminde nasıl oyuna getirilerek ölüme kadar sürüklendiğini çok açık bir şekilde görmekteyiz. Bu adı geçen dönem, Egenekon, Balyoz gibi uydurma tiyatro oyunları ile ülkede kimlere neler yapıldığının ve bu yapılanlarda kimlerin ortak olduğunun görüldüğü dönemdir. İşte bu yaşanmışlıklar yazılarak, kitaplaştırılarak tarihe not olarak kazınmıştır.
Kitap, Tamer Uman’ın olağanüstü yakınlığı nedeni ile yiğit Muzaffer Tekin’in hayatı olarak kurgulanmış ve yazılmış olmakla beraber, adı geçen dönemde ülkenin tamamında neler yaşandığının da açık bir göstergesi olmuştur.
Türk Silahları Kuvvetleri’ne karşı kurulan bu oyunların son bulup bulmadığını da bu kitabı okuduktan sonra daha iyi sorgulama imkânı buluyor ve bitmediğini de rahatça görebiliyorsunuz.
Her iki yazarımıza da emekleri nedeni ile teşekkür eder, görevlerinin bu başarılar ile devam etmesini dilerim. Zaten, herhalde durmayacaklarıdır ve bu başarılı çalışmalarını devam ettireceklerdir.