2018 yılından itibaren ülkemiz yüksek enflasyonun yaşandığı bir döneme girmiştir. Çok değil, daha 3-4 yıl önce, bir Türk Lirasına aldığımız domates, patates, soğan, marul, tere, biber gibi her kesimin tükettiği temel gıda maddelerinin fiyatlarının 20 ila 40 Türk Lirasına yükseldiğine şahitlik ediyoruz. En çok da yumurta ve ekmek fiyatlarının geldiği nokta beni hayretler içerisinde bırakmaktadır. Kim derdi ki bir ekmek 7,5 TL, bir yumurta 3.75 TL olacak diye. Aynı durum portakal, elma, üzüm, karpuz, kavun gibi ülkemiz topraklarında yetişen meyveler için de geçerlidir. Sayılan meyvelerin yetiştiği mevsimde bile el yakan fiyatlara ulaştığını görüyoruz. Ay çiçek yağına ise ayrı bir parantez açmak gerekir. Fiyatı bir anda altı katına çıkınca, Rusya ve Ukrayna’dan yağ getirecek gemileri dört gözle bekler olduk. Bazı yandaş televizyon kanallarında gemilerin limanlarımıza varışı canlı olarak yayınlanmıştır.
İnanılır gibi değil ama bütün bunlar Türkiye’de 3-4 yıl içinde yaşandı ve hala yaşanmaya devam etmektedir. Bütün bu yaşananlar kadar, özellikle iktidar partilerinin ve bunların yandaşlarının, yaşanan ekonomik felaketi, sanki normal bir şeymiş gibi kabullenmemizi istemeleri, hayret, ibret ve şaşkınlık verici bir durumdur. Kontrol ettikleri yazılı, görsel ve sosyal medya kanallarında, akıl, vicdan ve cüzdanlarımızı perişan eden fiyat artışlarına alışmamızı sağlamak için her türlü yayını yaptıkları görülmektedir. Bu yayınların ilk başlangıcında, fiyat artışlarının “dış güçlerin” işi olduğu söylenmiş, yeterince ikna edici olmadığı görülünce, muhalefet dahil akla gelen her kesim suçlanmıştır. Kabul etme ve alışmayı temin etmek için bu günlerde kullanılan kavram, dini boyutu da olan “sıkıntılara sabır etmek” olgusudur.
Bütün bu çabaları, fiyat artışlarına alışmamız ve bu durumu kabul etmemiz için yaptıkları oldukça açıktır. Eğer alışır ve kabullenirsek, iktidarın ekonomi alanındaki yanlış, hata ve eksikliklerini eleştirmeye gerek kalmayacaktır. Böylece siyasi iktidarın, yıllarca ülkeyi yönetmesi mümkün hale gelecektir. Toplum adeta “öğretilmiş çaresizlik” öğretisinin içerisine itilmiştir. Kabul etmek gerekir ki iktidar partilerinin bu konuda oldukça başarılı oldukları anlaşılmaktadır. Toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan dar gelirli kesimin, kendilerini oldukça zor duruma sokan bu fiyat artışlarına alıştığı, kader gibi algıladığı ve sabır eder ise her şeyin normale döneceğine inandığı izlenmektedir. Yapılan tüm seçim anketlerinde iktidar partilerinin yüzde 37-38 oranında oy alacağının görülmesi bu durumun açık kanıtıdır. Yoksa bu kadar yüksek enflasyonun yaşandığı bir ülkede, iktidarın bu kadar yüksek destek görmesinin izahı mümkün değildir.
Oysa ülkemiz insanının yapılan güzel işleri takdir etmesi kadar, her alanda hata, eksik ve yanlışları da görmesi, eleştirmesi ve düzeltilmesini istemesi kendi yararınadır. Son yıllarda ülkemizde yaşanılan ekonomik olumsuzluklar, milletimizin kaderi değildir. Siyasi iktidarın 2018 yılından itibaren yaptığı hata, eksik ve yanlışlarından ileri gelmektedir. Halkın kendi seçtiği ve ülkeyi iyi yönetmesi için görevlendirdiği yöneticileri uyarması, hem “hakkı”, hem de aslında bir vatandaşlık “görevidir.” Dolayısıyla, yaşadığımız ve bundan sonra yaşayacağımız tüm olumsuzluklara alışmak ve bunları kabullenmek yerine, modern, çağdaş, demokratik ve hukukun hakim olduğu toplumlarda olduğu gibi yapılacak seçimde tepki vermemiz, yapılan hata, eksiklik ve yanlışların düzeltilmesini istememiz, güçlü, müreffeh ve aydınlık Türkiye’ye ulaşmamızın yegane anahtarıdır. Aksi halde, siyasi iktidarlar bu günkü hataları yapmaya devam edecek, bedeli her zaman olduğu gibi halkımız ödeyecektir.
Saygılarımla,