Türk Dil Kurumu Sözlüğüne baktığımızda, algının sözlük anlamı “dikkat yönlendirmesiyle bir şeyin şuuruna varmak” olarak tanımlanmaktadır. Çocukluğumuzdan itibaren etrafımızdaki, nesneleri, isimleri, kavramları, canlı ve cansız varlıkları algılamaya başlarız. Algıladığımız bazı şeyler kendileri direkt olarak bizlerin dikkatini çeker. Kokusu, tadı, rengi, sıcak veya soğuk oluşu, hareketli ya da durağan olması, onlar hakkında algımızın oluşmasına katkı sağlar. Bazı şeylerin bizlerde algı oluşturması ise birilerinin onu tanımlamasıyla olur. Biz buna “öğrenme” diyoruz. Anne, baba, yakın veya uzak akrabalar, tabii ki “öğretmenler” bizlere sürekli bir şeyleri öğretme çabasına girerler.
Maddi varlıkları öğrenmek veya algılamak maddi olmayan varlıklara göre daha kolaydır. Çünkü onları görme, elleme, tatma, duyma gibi şansımız vardır. Soyut kavramlar bu bakımdan daha şanssızdır. Onları algılamamız daha güçtür. Bunların iyi bir öğretici tarafından “tanımlanması”, “dikkatimize” sunulması gerekir. Bu nedenle yukarıdaki paragrafta saydığım öğreticiler, bizlere bıkmadan usanmadan soyut kavramları öğretme çabasına girerler. Toplumsal düzenin devamı için bunların, toplumu oluşturan bireyler tarafından doğru anlaşılması, diğer bir ifade ile “algılanması” gerekir.
Soyut kavramları saymakla bitiremeyiz. Yazımın bu günkü konusunu teşkil eden soyut kavramlardan birisi de “fiyat algısıdır. Fiyat, “mal, hizmet veya işlemlerin “para cinsinden” değeridir. Bir kilo soğan on dört lira dediğimizde, soğanın fiyatını söylemiş oluruz. Fiyatın pahalı veya ucuz olması, algı ile ilgilidir. Bizlere “ucuz” veya “pahalı” kavramları birileri tarafından öğretilmiştir. Ebeveyn yakınması ile başlayan bu algı, “gelir düzeyimiz” tarafından pekiştirilir. Sürekli bir şeylerin fiyatlarını kıyaslamakla derinleşir. Nadiren mutlu, genellikle mutsuz eder. Ölünceye kadar peşimizi bırakmaz.
Türkiye’de 2018 yılından itibaren yaşanmaya başlayan yüksek enflasyon süreci, mal, hizmet ve işlemlerin fiyatlarını akıl almaz bir noktaya taşımıştır. Yaklaşık dört sene içerisinde, Türk Lirası anlamını yitirmiş, en temel fonksiyonu olan “değer ölçüsü” olma vasfını kaybetmiştir. Tüketiciler bir şeyi aynı fiyata alamaz hale gelirken, 2018 yılında bir Türk Lirası olan soğan, patates, domates, limon gibi mutfağımızın vazgeçilmezlerinin fiyatı 15-25 Türk Lirasına yükselmiştir. Ayçiçek yağındaki fiyat artışları, aylarca basının gündeminde kalmıştır. Ev kiraları, elektrik, su ve doğalgaz faturaları dar gelirli kesimlerce ödenememektedir.
Bu kadar kısa sürede yaşanan hızlı fiyat artışları, bizlerin “fiyat algısını” yok etmeye başlamıştır. Bir satıcı malın, hizmetin veya işlemin fiyatını söylediği zaman, artık o fiyatın pahalı mı, yoksa ucuz mu olduğunu algılama şansımız kalmamıştır. Satıcıya nasıl tepki göstereceğimizi bilmez duruma geldiğimizi rahatlıkla söyleyebiliriz. Çoğunlukla içimizden, bazen de sesli olarak, “bu kadar da olmaz” şeklinde sitem ediyor, sonra her şeyin fiyatının uçtuğu bu ortamda bunun fiyatı da normal galiba diyoruz. Böyle bir ortamı Türkiye ilk defa yaşıyor. Uzun sürmemesi dileğiyle bu günkü yazıma son veriyorum.
Saygılarımla,