Televizyon yoktu… Radyo yoktu… Yada transistörlü olarak çok nadir bulunurdu… Bilhassa haberleri izlemek için, radyo bulunan eve yığılma olurdu.
Gazete de her zaman olmazdı. Ya da bir iki gün gecikmeli gelirdi.
Öyle güzel cahildik ki, keyfimiz bozulmazdı hiç! Çünkü bugünkü gibi, iletişim ve haberleşme
Enstrümanları yoktu, Bölgede, ülkede, dünya da ne olup bittiğinden haberimiz olmazdı.
O nedenle cahildik, o nedenle keyfimiz bozulmazdı. O nedenle kafamız rahattı. Bilgi olmayınca, haberi olmayınca, strese de girmezdin, gergin de yaşamazdın…Tıpkı meşhur tiyatro oyunu ‘Lüküs Hayat’( bu vesileyle, değerli sanatçı Zihni Göktay’ın kulakları çınlasın.)Gibi
*Lüküs Hayat, 1933 yılında Cemal Reşit Rey tarafından bestelenmiş bir operettir. Türk tiyatrosunun klasik eserlerinden birisidir. Cumhuriyet'in ilk yıllarında devlet politikası olmanın dışında bir moda halini alan batılılaşmanın kibarlık budalalığına dönüşmesini konu edinir.*
Dışarıda lapa lapa kar yağarken, evlerde normal ya da, kuzine sobalar, içten içe öyle yanardı.
Kuzinenin üzerinde demir maşa... Maşanın üzerinde de ekmek dilimleri…Çoğu kez de, kuzine sobasının kapaklı fırın kısmında, annelerimizin veya evin büyüğü ablalarımızın özenle hazırladığı, çörek, börek. Tatlı tepsileri, mis gibi koku eşliğinde pişer, sıcak sıcak sofraya gelirdi. Aydınlık bir kış sabahı ve kızarmış ekmek kokusu...
Sucuk lükstü. Yumurta lezzetli. Ekmek her zaman ekmek gibi...Kolay kolay dışarıdan ekmek alınmaz, evde yapılırdı. İçli keteler, çeşit çeşit çörekler ve börekler, daha neler neler, hep el emeği, göz nuru ürünler olarak, soframıza gelir, okula giderken , çantamıza konurdu…
Onun için mutluyduk.! Onun için sevgi, saygı her dem görülürdü… Küçüğe sevgi, büyüğe saygı… Okulda öğretmene, yolda büyüklere, devlet dairelerinde devlet görevlilerine, çarşı-pazarda polisimize, törenlerde askerimize, toplum içinde hareketlerimize hep dikkat eder, saygı gösterirdik… Analarımız, babalarımız sıkı sıkı tembih ederdi; ‘’Sakın unutmayın, siz filan ailenin oğlusunuz, filan ailenin kızısınız, hal ve hareketlerinize dikkat edin, aileye laf getirmeyin’’ diye. ‘’Sakın birine yapamayacağınız sözler vermeyin, çünkü söz, namustur ‘’ derlerdi. ‘’Söz verdiğiniz zaman, bedeli ne olursa olsun, mutlaka yerine getirin‘’ derlerdi…Hep iyi insan olun tembihleri…Vee ‘’daima şükredin, şükür sahibi olun, yiyecek ekmeği olmayanı, bir kilo çay şekeri alamayan fakirleri düşünün derlerdi…’’ Bize sabretmeyi, tevazuu, israftan kaçınmayı, gösterişten uzak durmayı, kanaat etmeyi, yetinmeyi öğretirlerdi… Bayram geleceği zaman, az çok hali vakti yerinde olan aileler çocuklarına giysi ve iskarpin ( ayakkabı) aldıklarında, ertesi gün okulda ya da arkadaş görüşmelerinde, o iskarpinlerin nasıl yastık altına konduğu anlatılırdı… Evet, imkanlar çok kısıtlı idi, ama huzur ve mutluluk çok fazla idi. Psikolog ne? Psikoterapi ne? Adeta bilinmezdi… Şimdi öylemi? Her türlü imkan var amainsanlar huzursuz, insanlar mutsuz…!!! Psikologlar, Psikoterapistler adeta dolup taşıyor…
Bir de günümüze bakalım…Bir kez olsun o kızarmış ekmeğin kokusunu duymamış,
fakat alışveriş merkezlerinin restoran katlarında, boğucu bir gürültü ve havasızlık
içinde hamburger keyfine fit olmuş çocuklar ve gençler için, 68 ve 78 kuşağı ne kadar ne kadar yaşlı… Dışarıda kar... İçeride kanaat...İçeride huzur...Televizyon yoktu. Gazete de her zaman olmazdı. Öyle güzel cahildik ki, keyfimiz bozulmazdı hiç!
Portakal kabuklarını sobanın üzerine dizer, kokusuna ram olurduk...
Kestane közlemek, büsbütün bir gecenin akıllara seza mutluluğuydu...
Sonra, illa ki büyüklerin anlattığı hikâyeler, hatıralar...
Birçoğu arızalı ve tedaviye muhtaç beyinlerden çıkma dizilerin ve filmlerin
açtığı hasarlar yerine, geniş ve besleyici bir masal dünyası...
Lezzet bir tarafa, kokuya da hasret kalacağımız kimin aklına gelirdi?
Ekmeklerimiz el değerek üretilirdi,
sağlıklıydı, lezzetliydi ve mis gibi kokardı, yiyeceklerimiz…
Çay da kokardı...Domates de... Salatalıkta (hıyar)…
Bütün bu nefasete, küçücük bir bakkal dükkânının zenginliği yetiyordu…
Dışarıda kar...İçeride huzur... Ne güzel cahildik...!!!
Mutluluğun resmini çiziyorduk…
SON SÖZ:’’ GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ, HAYALİ CİHAN DEĞER.’’