Evrenin çekirdeğinin The Big Bang denilen sonsuz şiddette patlayarak parçalanmasından bu yana 15 milyar sene geçti. Bugün evrende 1 milyar galaksi, her galakside milyarlarca yıldız ve yüz milyarlarca gezegen ve uydu var. Evren devamlı genişleyip duruyor.
Dünyamızın dışında canlı barındıran 1 milyar adet dünya olabileceği düşünülüyor. 15 milyar yaşındaki evrende dünyamız ise 4,6milyarlık bir yaşa sahip. Dünyamızda insan dışında 1 milyon 200 bin hayvan türü ve 400.000 de bitki türü var. 4,6 milyar yaşındaki dünyada düşünen insan tarihi ise 11.000 yıl. Böyle bir alemde insanın yeri nedir? İnsanın değeri nedir?
İlksiz ve sonsuz bir varoluş olan 3 boyutlu evrende insan, 4. boyut olan zaman ve 5. boyut olan aklı ile yerini alıyor. İnsanoğlu homo erectus (dik duran) homo habilis (alet yapan) ve homo sapiens (düşünen) devrelerinden geçmiştir. İnsan aklı ile evrenin en üst yaratığı, doğayı kendi yararına kullanabilen en kudretli canlısı, eşrefi mahlukat.
Mutasavvıflar, insan yapısı ile evren arasındaki benzerliğe değinmişler ve ‘’Alem büyük bir insan, insan ise küçük bir alemdir’’ demişlerdir.
En şerefli yaratık olan insan tarihi, öte yandan bakın nelerle dolu? Habil ve Kabil’den başlayarak kıskançlık, kin, vahşet, gaddarlık. Birbirlerini yok eden toplumlar, barbarlık, esir pazarları, Roma’da zulüm, gladyatörlük, insanları hayvanlara parçalatma. Fikir ve inanç yüzünden işkenceler, harpler, yok edilen Maya, İnka, Kızıl Derili Toplumları. Temerküz kampları, soykırımlar.
Günümüzde de terör olayları, açlık, nükleer tehdit, petrol kavgaları, dinsel bağnazlıklar, yıkılan ideolojiler, çıkar uğruna devlet örgüt iş birlikleri.
Teknolojinin ve uygarlığın bu kadar ileri olduğu bir dönemde neden hala barış ve ahenk içinde yaşamıyoruz? Neyimiz eksik, kusurlar ne? İnsanlığı yüceltmede gerçekleri arayıp bulmada geç mi kaldık, geri mi kaldı? Öyle ise işe nereden başlayalım?
Herhalde işe gerçeği aramakla başlamalıyız. Gerçeği aramak gerçeği sevmek demektir. Gerçek de insanın kendisini bilmesiyle başlar.
Kendini bil bir anlamda insan felsefesidir, bir ahlak felsefesidir. MÖ. 2000 yıllarında Mısır’da Hermes tapınaklarındaki eğitimde insanın kendi nefsine hâkim olması öğretiliyordu. Pisagor MÖ. 500 yıllarında: ‘’Kendini bil, o zaman Tanrıların evrenini bilmiş olacaksın’’ demiştir.
Aynı yıllarda Buda diyor ki: ‘’Kendi kendinizin rehberi ve yardımcısı olunuz. Başka yardım aramayınız. Istırabın kaynağı kendimizi tanımamaktır.’’ Konfüçyüs ise: ‘’Büyük ve üstün insan, kendi kendini, kendinde bulmaya çalışır’’ diyor.
Sokrat Delfi Tapınağında yazılı olan ‘’Kendini bil’’ sözünü felsefesinin esası yapmıştır. En kesin bildiğimiz hiçbir şey bilmediğimizdir. Eşyayı, evrenin aslını bilmeyebiliriz. Ama bir şeyi bilebiliriz, kendimizi…
Hz. Muhammed bir hadisinde şöyle buyurur. ‘’Önce nefsini öğütle, kim ki kendini bilir, Allahını da bilmiş olur.’’
Yunus Emre;
‘’İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsen
Ya nice okumaktır.
Allah’ı ararsan gönlünde ara
Mekke’de, Kudüs’te, Hac’da değildir.’’ Dizeleri ile çok güzel bir anlatım sunmuştur
Hacı Bayram Veli:
‘’Bilmek istersen seni
Can içinde ara canı
Geç canından bul bu anı
Sen seni bil, sen seni.’’
16. yüzyılda Melami şeyhi Maşuki şöyle seslenir:
‘’Deyme bir hor-ü hakire
Hor deyü kılma nazar
Kalbinin bir köşesinde
Arş-ı rahman gizlidir.’’
Mevlâna Celaleddin Rumi ise, ‘’Sen kendini küçük bir şey sanıyorsun, oysa ki sende en büyük alem gizlidir’’ demiştir.
Kendini Bilme: Bilgisizliğini anlama ve itiraf, öğrenmek ve sonra da düşünmek gibi üç aşama gösterir. Böylece gerçeği aramak için akılla yola çıkılır, bilgiyle araştırılır, düşüncelerle değerlendirme yapılır. Değişmez bir gerçek vardır, o da gerçeklerin daima değişebileceği gerçeğidir.
Gerçeğin aranması bir yerde ilimin kendisidir. ‘’Biliyorum’’ değil, ‘’gerçeği arıyorum’’ kuralı geçerli kılınmalıdır. İnsanoğlu yıllarca bu gerçeği aramış, öte yandan da toplumuna düzen vermeye çalışmıştır. İlkinden müspet ilimler, ikincisinden de din, felsefe ve ahlak doğmuştur.
Kendini bilen kendini tanıyan alçak gönüllü olur. Mağrur olması mümkün değildir. Siz siz olun mağrurlara değer vermeyin. Başı yukarı selvi ağaçları ancak mezarlara yakışır, ondan meyve olmaz, meyveyi meyve veren ağaçlarda, aşağıya eğilen dallarda arayın.
Dünyada hiçbir şey ebedi değildir. Mal, mülk, evlat, kudret, güzellik ve ömür hepsi emanettir ve bir gün geri alınır. Kendini bilen insan bu gerçekler karşısında güzellik, erdem, sorumluluk ve sevgiden yana olmalıdır. Çünkü bunlar tam bir gerçek sevgisinden doğmuştur.
Kişinin kim ve ne olduğuna değil, nelere sahip bulunduğuna değer veren bir ortam. Hatta ilim bile bugün pratik gayelere, ekonomik çözümlere yaradığı ölçüde itibar görüyor. İşte böyle bir ortamda sevgi, kültürümüzün saf ve romantik yapısı diye bir kenara atılıyor.
Bu karamsar tabloya rağmen, sevgi genelde bütün gücüyle ortada. Çünkü sevgi insanlarla beraberdir. Sevgi her kapalı kapıyı açabilecek bir anahtardır. Sevgi bir şahsa olan bağlılık değil, bir anlamda bir yaşama ilkesidir. Esas olan kişinin başkalarını, çevresini ve her şeyden önce kendisini bilmesidir. Bir davranış, ruh gücü, bir karakter göstergesi, bir yöneliş ve insanın dünyaya karşı tutumudur.
Sevgi, insanları yaklaştıran olumlu, iyi duyguların tümüdür. Sevginin katılmadığı ilişkiler çıkar ilişkilerinden öteye gidemez. Sevgi, insanlık yapısının ortak bir eğilimi, bir iletişimidir. Başkalarının duygularını anlayabilmek, değer vermek, saygı duymak ve paylaşmaktır. Kişinin güçlü ve duygusal bir bağlanmasıdır. Bir duygu olduğu kadar, bir anlamda da karşılık vermektir. Sevgisi olmayan sevgi veremez.
Yardımın özünde sevgi vardır. Sevgi pek çok şeydir. Tüm yaşamda her zaman ve her yerde vardır ve yaşanır da. Sevgi, Tanrının bir lütfudur. Şuurlu her varlıkta sevgi yaradılışın kaynağı, özü ve erişeceği idealidir.
İnsanoğlu sevme yeteneğini sevile sevile kazanır. Sevmeden önce sevilmeyi öğrenir. Süt çocuğu sevgiyi ana-yavru arasındaki sıcak ilişkiden alır. Çocukken sevgiye doymamış olanlar dengeli olamazlar ve başkasını sevemezler. Çünkü kişi yeterince alamadığını başkalarıyla da paylaşamaz.
Sevgi; neşe, barış ve yaşama ile öğrenilir ve sonunda sorumluluk, güzellik, haz ve barış yaratır.
Sevmek ve sevilmek için başkalarına muhtacız. Birçok kişi sevgiyi sevilmek anlamına alır. Bu nedenle başarılı, kuvvetli, güzel, kültürlü ve zengin olmayı amaçlar. Oysa ki sevilmeyi değil, sevmeyi sevmelidir.
Birini gerçekten seviyorsak, herkesi, bütün dünyayı, hayatı, sende kendi kendini seviyorsun demektir.
Sevginin türleri yoktur. Sevgi tek türdür. Sevgi sevgidir. Yeterince sevgisi olan, zevk duyduğu için bunu verir. İnsan bir başkasının vücudunu, zamanını ve değerli birçok şeyini satın alabilir ama sevgisini asla. Karşılığı gelsin diye yapmaz. Karşılığı için ısrar edemez. Sevgi varsa verilir ve paylaşılır. Başkasını sevmek için evvela kendimize sevgi duymalıyız. Kendisine sevgisi olmayanın başkasına verecek sevgisi de yoktur.
Birçok şey kullanıldıkça azalır hatta biter, ama sevgi kullandıkça tükenmeyen, tersine çoğalan kıymetli bir hazinedir.
Sevginin ortaya konması kişilere göre değişik biçimdedir. Bu bazen bir davranış, bakış, dokunuş, neşe, gözyaşı, armağan, şiir, resim şeklinde olur. Sevgi sabırlıdır, bekler. Bazen de sevgi anı yaşar. O anda yaşanırsa anlamı olur. Açıklanmaktan korkmaz, engellenemez de. Sevginin öğrenme gibi yaşı yoktur, her zaman geçerlidir.
Ana, baba, çocuk sevgisinden başlayan bu duygu, yakın sevgisi, Allah sevgisi, erotik sevgi gibi şekillere bürünür.
August Comte: Tanrısı insanlık, ilkesi sevgi olan bir din önermiştir. Düşünüre göre sevgi başkaları için yaşamaktır, başkaları için yaşamak başkalarını sevmek demektir. Kolektif bilinç birey üstüdür. İnsanlık insanla değil, insan insanlıkla açıklanmalıdır ve insan insanlığı katıldığı oranda ölümsüzdür.