ABD, Irak’ın (ve 60 bin askerle Türkiye’nin) işgaline bir türlü vize alamadığı Ecevit hükümetini devirmek için işe koyuldu…
Amerika’nın hükümetteki adamı Kemal Derviş, tam ekonomik krizin ortasında erken seçim lazım diye ilan etti…
Ardından MHP lideri Bahçeli, seçimin 3 Kasım’da yapılması gerektiğini söyledi.
Önce Savaş yanlısı faşist senatör John Mc Cain, İstanbul’a gelip MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun ve Motorola borçlusu Cem Uzan ile bir yemek yedi…
Aydınlık dergisi bu haberi fotoğraflı olarak kapaktan vermişti…
Cem Uzan Genç Parti’yi kurdu…
Kemal Derviş de DSP’den İsmail Cem’i ikna etti, Yeni Türkiye Partisi diye parti kurdurdu.
ANAP ile DYP zaten perişandı…
Ve 2002 3 Kasım seçimlerinde AKP, yüzde 34 oyla birinci parti oldu.
Genç Parti’nin aldığı yüzde 7 küsurluk oyla, DSP, ANAP, DYP ve MHP de baraj altı kaldığı için, sadece CHP ile birlikte parlamentoya girip ezici bir çoğunluğun da sahibi oldu…
Şimdi gelin, hep birlikte Türkiye benzerliğine bakalım ve bu konuda, Turgay Develi kardeşimize kulak verelim…!!!
İktidar, Cumhuriyetin üzerinde yükseldiği değerleri, tahrip ediyor. Muhalefet de bu tahribata dair örneklerle, bu modelin sona erdirilmesi gerektiğini anlatıp duruyor. Sıklıkla vurgulanan, demokrasinin, dolayısıyla da demokratik işleyişin yeniden tesis edileceği vaadi.
Hal böyle olunca beklenen, muhalefetin ve bu muhalif iradenin cisimleşerek vücut bulduğu ana muhalefet partisi genel başkanının, Erdoğan'ın kötü örneğinin tersine, elindeki bütün fırsatları kullanarak, demokrasinin faziletini kanıtlayan çabalarına tanıklık etmemiz.
Ama beliren alametler, tam aksi yönü işaret ediyor. Kemal Kılıçdaroğlu'nun Erdoğan vari tek adam davranışları ortaya koyması, toplumun karşısına ona benzeyen örneklerle çıkmaya başlaması, dayatmacı bir siyaset üslubu geliştirmesi, ülkemizin geleceği hakkında kuşku bulutlarının çoğalmasına neden oluyor…
Bu endişemin nedeni, Kılıçdaroğlu'nun başörtüsü ile ilgili verdiği kanun teklifi değil. Bu teklif, Kılıçdaroğlu'nun CHP'yi oturtmaya çalıştığı politik hattın sebebi değil sonucu. Bu politik hattı oluşturan değerler bütünü onu bu yola çoktan sokmuştu zaten.
Erdoğan'ın da izlediği ve dayattığı politikaların, yani sürekli Türkiye'nin fay hatlarını kaşıyan kimlik siyasetinin yarattığı çelişkileri tartışırken yoksulları sosyal yardımlarla, zenginleri de servet transferiyle yanında tutmanın dışında bir siyaset hayal edemeyen Kılıçdaroğlu'nun CHP'si, aslında bu yolla Erdoğan'ın tek adam rejimini inşa ettiği süreçte yaptığı hamlelere, katkı yapmaktan fazlasını yapmadı.
Yine Erdoğan'dan farksız şekilde, parti içi mekanizmalara aldırış etmeden, onları tahrip edip ya da en hafif tabiriyle, tahribata sessiz kalarak bunu onaylayan; bunun sonucu olarak da, aldığı kararları duyurduğu akşam videolarıyla partiye yol çizip, yön gösteren Kılıçdaroğlu'nun bu durumu, kontrolsüz güç tanımını hak ediyor olabilir.
Ülkemizdeki manevra kabiliyeti en yüksek siyasetçilerden biri olan ve buna ilişkin yaşattığı örneklerle tanınan Erdoğan'ın, seçime giderken daha önceki birçok yazımda da ifade ettiğim şekilde parlamenter sistem yoluna girmesi (Bozdağ'ın bahsettiği Anayasa değişikliği teklifi bu yönde bir işaret fişeği olabilir) benim için şaşırtıcı olmayacaktır. İktidarla 'samimiyet' yarışına giren 6'lı masa mukimlerinin üzerine titredikleri bu vaatlerinin gerçekleşmesi için Erdoğan'ın 'gelin geçelim' teklifine ne yanıt vereceklerini şimdiden düşünmeye başlamalarını da öneririm.
Türkiye'nin esas gündemi ekonomidir, yoksulluktur. Türkiye'nin neresine giderseniz gidin, başörtülü, başörtüsüz, Türk, Kürt, laik, Sünni, Alevi, aklınıza kim gelirse gelsin, esas problemleri geçim sıkıntısıdır.
Sokakta karşılaşan biri başörtülü biri, başörtüsüz iki kadının gündemi, kiradır, faturadır, market alışverişidir.
İş yapmayan dükkanlarının önünde çay içen esnafın sohbet konusu, enflasyondur, döviz kurudur.
Gençlerin esas derdi işsizliktir. Bir sanayi sitesine, üniversiteye, lokantaya, devlet dairesine, ticaret odasına, herhangi bir şehrin herhangi bir sokağına gidip sorsanız alacağınız cevap bellidir.
Seçim kazanmanın anahtarı, doğru şeyleri doğru tonda söyleyebilecek doğru kişiyi, sahaya sürmekten geçiyor. Yapılması gereken, her tür güç mücadelesini ikinci plana atmak, iktidarı sandığa gömüp bir daha geriye bakmamaktır.
Yapılan yapay tartışmaların hiçbirisi, görmek istediğimiz üreten, hakça paylaşan ve özgür Türkiye'yi hedeflemiyor.
Bu hedefe giden yolun açılabilmesi için de önce siyasetin girdiği bu çıkmaz sokaktan çıkıp, önümüzdeki karanlığın aydınlatılması gerekiyor.
SON SÖZ:’’SÖZ KONUSU VATANSA, GERİSİ TEFERRUATTIR.’’