Bir kısım insanımızda şöyle bir huy, yapı var: Kendi kafasındaki oluşturduğu şablona göre fikirler, düşünceler üretip o şablona uygun düşüncelere göre de sonuç istiyor ve arıyor. Eğer istediği sonuç ortaya çıkmazsa hayal kırıklığı, kızgınlık, bıkkınlık, üzgünlük, küskünlük vesaire gibi bir takım insanî değerlerle kendilerini dolduruyorlar.
Oysa bir konu sizin istediğiniz bir şablona göre gelişmemiş olabilir, sizin oluşturduğunuz bir yargıya uygun yürümeyebilir. Bu nedenle konunun bütününü ele almak, konunun her yönünü değerlendirebilmek ve hatta kendini aşarak konuları görmeye ve anlamaya bakmak şarttır. Aksi takdirde sonuç bazılarının yaşadığı gibi hüsran olabilir.
Bu genel felsefî, psikolojik, sosyolojik, psiko-sosyal ve kısa ifadeyi neden sarf ettim?
Çünkü bir Sinan Oğan konusu yaşadık ki, birçok insanda dediğim sonuçları gözlemliyorum.
Her şeyden önce, Sinan Oğan Türk Milliyetçilerini temsil edecek konumda bir isim değildir, değildi. Bunun mutlaka bilinmesi gerekir.
Sinan Oğan, kendi sözleri ile Türk Milliyetçilerini ve Atatürkçüleri temsil ettiğini ısrarla öne sürdü. Doğrudur, fikir olarak öyledir ve buna da saygı duyulur. Sinan Oğan’ın kendisini o şekilde sunması da gayet anlaşılır bir durumdur. Ancak benim anlatmaya çalıştığım, her kendi sözleri ile kendilerini sunanların gerçekten öyle kabul edilip edilmeme meselesidir. Bunun üzerinde durmaya çalışıyorum.
Sinan Oğan Türk Milliyetçilerinin toplumda yer etmiş bir şekilde temsilcisi olsa idi, Sinan Oğan Atatürk’e bağlı Türk Milliyetçiliğinin içselleştirilmiş bir şekilde temsilcisi olsa idi, imza döneminin dördüncü gününde 30 bin imzayı bile bulamamış bir duruma düşmez idi.
Biz birçok arkadaş o fikirde olduğunu söyleyen bir kişinin o duruma düşmemesi için sonradan imza vermeye başladık. Zaten son iki günde yüz bin imzayı tamamlayabildi.
Buradan bir sonuç çıkarmak mümkün değil mi?
Sinan Oğan kendi iddiası ölçüsünde gerçekten Türk Milliyetçiliğinin tarihsel olarak temsilcileri arasında olsa idi yüzde beşi zor bulmak gibi bir sonuçla karşılaşmazdı.
Bütün bu anlatmaya çalıştığım, Sinan Oğan’ın son dakikada bütün kamuoyunu ters köşe yapıp hayal kırıklığına uğratması nedeniyle değil.
Simam Oğan kişidir ve istediği gibi davranmak özgürlüğüne sahiptir. Başkalarının istediği gibi davranmak zorunluluğu yoktur. Bunu anlayışla karşılıyorum. Hatta Sinan Oğan gerçekten kendi ifade ettiği fikirlere de sahiptir. Bu konuda da söyleyecek bir söz yoktur ve en azından ben bulamıyorum.
Benim anlatmaya çalıştığım konu, toplumumuzda bir takım yanlış anlayışlar var, onun üzerinde durmaya çalışıyorum.
Nedir o yanlış anlayışlar?
Başta da söylediğim gibi bazı insanlar, kafasında oluşturduğu şablonlarla fikir, görüş, düşünce üretiyor ve bu şablona bire bir uyan sonuçlar bekliyor.
Oysa bir konun doğru değerlendirilebilmesi için ele alınacak çok parametresi vardır ve bu parametrelerin birçoğunu iyi ve doğru görmek şarttır. Böyle olmaz ise doğru sonuçlara ulaşmak da mümkün olamaz. O zaman da kırıklık, kızgınlık, küskünlük bitmez.
Sinan Oğan örneğinden özellikle hareket ettim.
Bu kişisel örnekten yola çıkarak daha da geniş konuları aynı zihinsel yapılanma ile değerlendirmek gerektir.
Eğer küskünlük, kırgınlık, teslimiyet, pes etme, kızgınlık ülke meselelerinde geçerli olsa idi Büyük TATÜRK, 10 Kasımda Adana’dan hareket edip 13 Kasımda İstanbul’a vardığı gün Dolmabahçe Sarayı’na düşman gemilerinin toplarını çevirdiğini gördüğünde
GELDİKLER GİBİ GİDERLER
Sözünü edemezdi, etmezdi.
Çünkü daha üç sene önce Çanakkale’den sokmadığı düşman, elini kolunu sallaya sallaya Çanakkale’den geçmiş ve İstanbul’u işgal etmişti.
Devlete, millete küskünlük olmaz.