Korona izin günü günlüğü

18/05/2020 22:49 12982

 

65 yaş üstü sokağa çıkma serbestliği verildiği gün kaleme aldığım duygularımı sizlerle paylaşmak istiyorum...

Balkonun demir parmaklıklarından aşağı baktım. Sokak boştu. Karşı sitenin bahçesindeki ağaçlardan kuş cıvıltıları geliyor ve sessizliği bozuyordu. Derken bir Arap bülbülü şakımaya başlayınca, özgürlüğün sesini duymaya başlamıştım.

            Evet, bu gün 10 Mayıs 2020 ve saat 10.35. içimi müthiş bir heyecan kaplamış vaziyette. Demir parmaklıklardan önümdeki apartmanların beton bloklarına bakarken, tekrar cep telefonumun saatine baktım. Son baktığımdan sadece iki dakika geçtiğini gördüm. Zaman bir türlü akmıyordu sanki. Günleri de artık şaşırmıştım. Ne kadar zamandır ev hapsindeyim, bir türlü hatırlayamadım.

            ‘Aman olsun’ dedim, kendi kendime. ‘Ne kadar olmuşsa olmuş, bu gün izin vermişlerdi ya bana. Evet, dört saat izinliyim. Yaşasın!’ tekrar saate baktım yirmi dakika sonra artık özgürdüm.

            Özgürlük değince içimi tuhaf bir duygu kapladı. Özgürlük duygusu, sevinçle karışık, bir korkuyu da içimde sızlatıyordu.

Beni korkutan neydi?

Korkuları düşünerek vakit kaybedemezdim. Hemen boş sokaklara baktım. Sokakları öğle bom boş görünce, bu sefer bir yalnızlık duygusu sarıverdi beni. Tekrar saate baktım, ‘Aman Allah’ saat on biri geçmişti. Hemen balkondan yatak odasına koştum. Başladım giyinmeye. Dolabımdaki giysilerime baktım. Aylardır giymediğim için öksüz bir halde duruyorlardı. Kot pantolonumu giymeye karar verdim. Hemen tokalı kemerimi buldum. Dışarda güneş parlıyordu ve beni yakmayacak bir gömlek bulmalıydım. En ince gömleğimi askıdan indirip giydim. Dışarı çıkıyordum, özenle kokularımı sürdüm. Sonra spor ayakkabım geldi aklıma. Bahar geliyor güzel yürüyüşler yaparım diye kızlarım doğum günümde hediye olarak spor ayakkabısı almışlardı. Ama gözle görülmeyen Corona beni eve hapsedince, dışarı çıkamamış ve spor ayakkabılarımı bende evde giymeye başlamıştım. Baktım yatağın yanında yerde duruyor, artık onu sokaklarda yürürken giyme zamanı gelmişti ve hemen spor çoraplarımı giydikten sonra ayağıma geçirdim.

Artık hazırım. ‘Aaa… Kimlik kartımı unuttum.’ Hemen cep telefonumla, kimlik kartımı cebime yerleştirdim. Hala bir şeyler eksik mi diye düşünürken, kızım içerden seslendi.

‘O, baba hazırlanmışsın. Çok şıksın.’ Baktım kızım kendi için kullandığı son maskesini, babacığına getirmiş. Derken eşim geldi. Kızımın sözlerini duymuş ve ‘Hiçte şık olmamış’ dedi. ‘Baksana kot giymiş, içliği kırmızı kırmızı dışarıya sarkmış. Neresi şık?’

Haklıydı, bu gün üstelik anneler günü olduğu için onun günüydü. Bu yüzden hiç aldırmadım. Tam çıkarken, yazlık şapkam geldi aklıma. Geçen yaz bu şapkamla Altınolukta ne hava atmıştım.

Şapkam nerede?

Diye bağırınca, bir telaşla eşim ve kızım dolaplarda aramaya başladılar. Güzel şapkamı kızım buldu. Hemen şapkamı giydim ve duvar aynasında kendime baktım. Şahtım, şahmeran olmuştum. ‘boş ver’ dedim kendi kendime. Bu gün benim izin günümdü, dışarıya çıkacaktım. İçime yine bir heyecan doldu ve biraz korku da vardı. Sonra özgürlük aşkı bana kapıyı açtırdı ve merdivenlerden uçarcasına aşağıya inmeye başladım.

Neşeyle aşağı inmiştim. Sokağa ulaştığımda kimseler yoktu. Biraz yürüdüm. Sonra Hayalparka doğru yol almaya devam ettim. Hala ortalıkta kimseler yoktu. Aklıma ‘Ben efsaneyim/ I am Legent filmindeki Will Simith geldi. Hani dünyada tek başına kalmıştı ve insanlığı kurtarma umudu ondaydı. Ben de onun gibi kendimi dünyada tek başıma gibi hissettim. Tek başıma olunca hemen ‘Acaba benim dışımda Havva da var mıydı?’ diye aklıma geldi.

Yürümeye devam ettim. Ben Havva’yı ararken,yan sokaktan ayak sesleri duyulmaya başladı. Bir de baktım,’Aaa… Bizim çocuklar!’ diye bağırdım. Yan sokaktan bizim 65’likler maskelerini takmış konuşarak geliyorlardı.

‘Hay Allah bizim Havva arama hikâyesi suya düştü’ dedim. Biraz daha yürüdüm. ‘Aman Allah’ Bir baktım biraz ileride bizim 65’lik Havvalar yürüyorlar. İkisi kol kola girmiş, başörtülerini ağızlarına dolayarak maske niyetine kapatmışlardı. Hani 65’liklere maske verilmeden izin verildi ya, çare başörtülerini maske yapmak şeklinde olmuştu.

Artık parka ulaşmıştım. Önce karşılaştığım 65’likleri görünce, ‘Ne kadar az kalmışız’ diye düşündüm. Parkınetrafında yürümeye başladım. Yürüdükçe git gide çoğalmaya başlamıştık. Parka dalınca, yanıldığımı anladım. Ne kadar gölgelik varsa, 65’lik yoldaşlarımla doluydu. Hepsi gölgelikteki banklarda oturmuş heyecanla sohbet ediyorlardı. İnanır mısınız, parkta gölgedeki banklarda oturma yeri bulamadım. Ben de iki çınar ağacının gölgesinde çimlere oturdum. Çimin kokusunu almaya çalıştım. Başımı kaldırdığımda, görkemli çınar ağacı güneşin ışınlarına izin vermeyecek şekilde dallanıp budaklanmıştı. Çok nadir yerlerinden incecik de olsa bazen güneş sızıyordu. Kuşlar, her zaman ki gibi, özgürlük şarkılarını, bir birleriyle yarışırcasına söylüyorlardı.

Yaşasın özgürlük!!!

Biraz oturunca üzerimde hareketler sezinledim. Aman Allah, karıncalar beni ağaç zannedip, üzerime tırmanmışlardı. Karıncaları incitmeden, üzerimden çırpıp kalktım. O zaman anladım ki, karıncalar bizi doğanın bir parçası olarak görüyordu. Ama biz insanlar bunun bir türlü farkına varamamıştık. Doğayı katletmek için neler, neler yaptık. İşin her zaman kolayına kaçıp fosil yakıtlardan salınan karbonlarla atmosferin dengesini bozduk. Karbon etkisiyle güneşin ışınları dünyaya daha çok yansımaya başladı ve oluşan sera etkisiyle, bir tarafta ormanlar yanmaya başladı,diğer tarafta bozulan dengeyle ani yağmurlar ve seller oluşmaya başladı. Hayvanların doğal yaşam alanlarını, rant uğruna mahvettik. Yani eko sistemi bozduk.

Park içinde yürümeye başladım. Şansım yaver gitti ve hemde gölgede bir boş bank buldum ve oturdum. Bankta düşünmeye devam ettim.

Dünyaya bakınca gördüklerimiz gelince aklıma, bir acı hissettim.  Savaşlar, açlık, kana doymayan ırkçılık, insanlar birbirini yemek için ne kadar çok sebep üretmişti. Aynı dinden olanlar bile mezhep ayrımcılığı icat edip, bir birine hor bakmayı becermişti. Kimisi binlerce yıl öncesinin hikâyelerine bakarak, o dönem ki çekişmelerin, savaşların hala tarafı olarak yaşamayı beceriyorlardı. Bir de o dönem söylenmiş ve kitaplara girmiş vaat edilmiş topraklar meselesi var. Sanki o günkü insanlara değil de, bu gün kilere de vaat edilmiş gibi sürdürülen manyaklıklar var.

Dün çocuktum. Ben büyüklerime emanettim. Onlar dünyayı çocuklar için ödünç almıştı. Bu gün bu parkta olan ve tüm dünyadaki büyükler, çocuklarımız için dünyayı ödünç olarak kullanıyoruz. Yani onlar için yaşıyoruz.

Hey, bir şey söyleyeyim mi?

Çocuklar ve gençler olmayınca, hiçbir şeyin tadı tam olmuyor. Ben eve dönüyorum arkadaş, çocuklarımın yanına dönüyorum.

Ya hep, ya da hiç diyorum…