Depremlerin başladığı 6 Şubat gününden beri başka konulara girip yazılar yazmak istiyorum ama bir türlü olmuyor, deprem felaketini yazmanın, düşünmenin dışına çıkamıyorum. Gerçekten yaşadığımız olaylar tam bir felaket. Uzmanların iddiaları doğrultusunda öğreniyoruz ki, 500 yıldan beri olmayan bir felaket başımıza geldi.
Karşılaştığımız felaket bizi öyle bir zamanda sardı ki, bu felaketin boyutları dalandıkça dallandı. Bu felaket bizi hangi zamanda sardı?
Her şeyden önce, siyasetin ve siyasetçinin kutuplaştırıcı dilinin en uzun olduğu bir zamanda sardı. Bu dil neden önemli böyle bir felaket zamanında? Çünkü, ortak kararlar alınıp, ortak işbirliği yapılıp, ortak uygulamalar, ortak yara sarmalar gerçekleştirilemiyor da onun için çok önemli. Sanki farklı ülkelerde kurumlarımız farklı çalışmalar yapıyorlar.
Akıl alır gibi değil. Bu nasıl olur anlamak mümkün değil.
Amaç aynı, hedef aynı, aynı insanlara hizmet ediliyor, aynı bölgede çalışılıyor, aynı ortamda bulunuluyor ama birbirini yok sayan anlayışlarla davranılıyor.
Bunu halk olarak, millet olarak görmemezlikten gelmek, kabul etmek, yok saymak mümkün değil. Çünkü, Türk Milleti olarak felaket karşısında tek yürek olduğumuz böyle bir dönemde, siyaset kurumunun bu ayrıştırıcı, farklılaştırıcı, kutuplaştırıcı tavırları ve davranışları bugüne kadar hiç de alışık olduğumuz olaylar değildir. Bu nedenle yadırgıyoruz, üzülüyoruz ve yapanları reddediyoruz.
Bu kutuplaşmayı önlemesi gereken, önlemekle birinci derece sorumlu olan taraf her zaman olduğu gibi, olması gerektiği gibi iktidarda olanlar olmalıdır. Ama gelin görün ki, maalesef iktidar kanadı herkesten fazla kutuplaştırıcı rolü üstlenmiş bulunmaktadır.
Bir örnek vererek konuyu daha somutlaştıralım: İlk deprem olup aradan bilmem kaç gün geçtikten sonra ortaya çıkan Kahramanmaraş Belediye Başkanı felakete
Uğrayan hemşerileri tarafından tepkiyle karşılandı, insanlar arasına girmekte zorlandı ve biz bunları beyazcamdan açıkça gördük. Bir süre sonra aynı Başkan, ben Ankara Belediye Başkanını buralarda hiç görmedim diye beyanat verdi, öyle olmadığını bile bile. Nasıl olur, nasıl yapılır, neden yapılır anlaşılır gibi değil. Bu konuda verilecek o kadar çok örnek var ki, buraya sadece birini aldım.
Bu iki farklı çalışma ortamının varlığı elbette bugün için oluşmuş değil. Yıllardan beri ağır kutuplaştırıcı dilin doğru olmadığını yazıyor, söylüyoruz. İşte bugüne kadar bu söylediklerimizin faturası böyle bir felakette çok daha fazla oluyor.
Daha da üzücü olanı, bu kutuplaştırıcı, ayrıştırıcı, hatta düşmanlaştırıcı dili ve tavırları yapanlar sadece siyasetçilerle kalsa, iyi. Maalesef, bazı taraftarların da bu dil ve tavırları onaylaması son derece üzücüdür.
İnsanlar, kurumlar, partiler geçicidir. Bu nedenle, ne kadar sürerse sürsün koltuk sahipliğiniz, bir gün gelecek sona erecektir. O zaman ne olacak?
Rekabet, düşmanlık değildir. Eğer amaç Türk Milletine hizmet ise bunun için rekabet edilebilir. Ama rekabet yerine düşmanlık ediliyorsa, bunun amacı da Türk Milletine hizmet değildir.