26 Şubat 1992 yılında Rus destekli Ermenilerin Azerbaycan’ın Hocalı kasabası’nda yaptığı katliam, o bölgede soykırım girişimi olarak değerlendirilmelidir. 1998 yılında Azerbaycan’a gittiğimde Hocalı’da yaşananları ilk ağızdan dinlemiştim ve o kadar üzücü ifadeler duymuştum ki, insanın aklı almıyor. Bu nedenle, 26 Şubat tarihinin Hocalı’da Türk Soykırımı olarak anılması şarttır. Ülkemiz, henüz bu tarihi, bir Soykırım olarak tanımıyor ise de, bu katliamı hiç unutmamalı ve unutturmamalıyız. Çevremizde yapılmamış olayları yapılmış gibi gösterip Türkler soykırım yaptı iddiaları ile karşılaşıyorken, bizler, yapılmış insanlık dışı katliamları neden soykırım olarak tanımayalım?
Bu bağlamda başlıkta Ukrayna’yı parantez içerisine aldım.
Başlığı böyle yazmamın nedeni şu: Parantezin içerisine hangi ülkeyi koyarsanız koyun. Yani, vah çekilecek o kadar çok ülke var ki…
Neyse…
Bu Nato, Abd, Ab, İngiltere gibi ülke ve örgütler bir süreden beri dünyada öyle cayırtı, patırtı kopardılar ki, telâş içerisinde seyrediyorduk. Rusya’nın etrafını çevirdiler lafları, dakikalarca görüntülenen Bulgaristan’a, Yunanistan’a vs. silah sevkiyatları falan, filan. Şu anda o silahlar, o yığmalar, o görüntüler, o yaygaralar nerede? Bilen, gören var mı?
Bakın! Bir konu sık sık önümüze getiriliyor ise o konuyu önümüze getirildiği gibi değil, tersini de, daha doğrusu başka yönlerini de düşünmeye, soruşturmaya, anlamaya çalışmak gerektir.
Ukrayna, şimdilik kaydı ile tam da bu şekilde ateşin içerisine atıldı ve birkaç günden beri o insanlık dışı görüntülerin gözlerimizin önüne serilmesi sonucuna maruz kaldı.
Bu yaşananlardan en fazla etkilenecek ülkeler arasına Türkiye’yi rahatça koyabiliriz. Bir kere, ekonomik olarak o kadar çok etkileneceğiz ki artık işin sonunun ekonomik olarak nereye varacağını düşünmek dahi istemiyorum. Çünkü, bırakalım doğalgaz vesaire gibi yakıtları Rusya’dan almayı, gerek Ukrayna’dan ve gerekse de Rusya’dan aldığımız buğdayın nasıl bir etki yaratacağını şimdiden kestirmek mümkün değildir. Nasıl olur, bizim ülkemiz, dışarıdan nasıl buğday alabilir? Gerek Çukurova, gerekse Konya ovası buğday ambarı değil mi idi? Bu duruma nasıl gelindi? Neden gelindi? Bir de yaz geliyor; turizm konusunu düşünecek olursak, ekonomimizdeki yansımaları hep birlikte yaşayacağız.
Diğer bir ifade ile, ülke yönetimimiz, uzun yıllardan beri bugünlerin geleceğini görmemiş gibi bir durumla karşı karşıyayız izlenimi vermektedir. Yoksa, ekonomik anlamda bu kadar etkilenme durumuna gelmememiz gerekirdi. En azından en önemli ürün olan buğday konusunda bazı tedbirlerin alınması gerekirdi.
Gerek Hocalı’daki Türk katliamı, gerekse Rusya-Ukrayna meselesi, ekonomiden daha önemli bir konuyu gündeme almamızı gerektirmiştir.
Ukrayna askerlerinin o insanlık dışı görüntüleri bir ülkede askerin, silahlı kuvvetlerin önemini o kadar gözümüze sokarak anlatmaktadır ki, bir süreden beri ülkemizde yaşadığımız olayları yeniden değerlendirmek gerektiğini düşündürtmelidir.
Türk Silahlı Kuvvetleri, öyle vesayet falan gibi ifadelerle yıpratılacak bir kurum olmamalı idi. Dünyada ve bölgemizde savaş, silahlı mücadele hiç eksik olmayacaktır. Bu durumda ülke ve millet olarak güvencemiz, garantimiz Türk Silahlı Kuvvetleri’dir.
Teoman’ın kurduğu Büyük Hun Devleti’nde oğlu Metehan Hükümdar olunca tarihte ilk düzenli orduyu MÖ 209 yılında kurmuştur. Onluk düzen üzerine kurulu bu ordu, Türk tarihinde Ordu-Millet kavramının o tarihten beri yerleşmesini sağlamıştır. Bugün Türk Kara Kuvvetleri’nin kuruluş tarihi olarak bu tarih alınmaktadır. Yani bu yıl, TKK’nin 2231. Kuruluş Yılı kutlanacaktır. Dünyada bu durumun örneği var mıdır? Böyle bir kurumun, vesayet filan adı altında yıpratılması, hangi akla hizmettendir?
15 Temmuz Karanlığının getirdiği Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilgili yapılan bir takım işlemler tekrar değiştirilmeli ve 2231 yıllık kurumun Anadolu’yu asırlardan beri YURT yapmış Türk Milleti’nin bu YURT’da bekâsı için bu değişimin şart olduğu kabul edilmelidir.
Türk Silahlı Kuvvetleri, Karabağ’ın bir kısmının da olsa geri alındığında görüldüğü gibi sadece Türkiye’nin değil, Türkiye’den ve Türk Milleti’nden yardım bekleyen Dış Türkler için de olmazsa olmazdır. Bunu ne için söylüyorum? Bugün yaşadığımız olayların nerelere kadar gidebileceğini şimdiden kestiremiyoruz da onun için söylüyorum.
Bir konuyu daha belirtmeliyim: Bugün yaşadıklarımız sadece Türk Silahlı Kuvvetleri’nin durumunu değil, Lozan ve Montrö Anlaşmaları’nın da ne kadar tarihî ve isabetli mücadeleler ile kazanıldığını çok açık bir şekilde göstermiştir.
Hep anlatmaya çalıştığımız gibi, bu Anlaşmalar burada kalışımızın, bekâmızın tapusudur. Bu konuda umarım bundan sonra ileri geri konuşmalar olmaz ve de bu Anlaşmalara zarar verecek bir takım girişimler olmaz.
Bakın! Anadolu coğrafyası dünyanın en önemli coğrafyasıdır. Burada kalıcı olabilmek güç ister, dayanıklılık ister, uyanıklılık ister, birliktelik ister ve de güçlü bir geçmiş ister.
Anadolu coğrafyası neden dünyanın en önemli coğrafyasıdır? Çünkü, Eski Dünyanın, yani Asya ve Avrupa’nın iki boğazla birleşim noktasıdır.
Dahi Mustafa Kemal ATATÜRK, 9 Eylül 1922’de Yunan’ın denize dökülmesi ile durdu mu? Hayır! Neden? Çünkü, İngiliz, Yunan’a İzmir ve Trakya’yı söz vermişti. Bu yüzden Atatürk, Türk ordusu’na Çanakkale’ye yürü emri verdi. Dünya ve İngiltere karıştı. İngiltere, Türk ordusu ile Çanakkale’de savaşmayı göze alamayınca, İstanbul’daki İtalya ve Fransa’dan yardım istedi ve onlar da bu isteğe uymadılar. Böylece, İngiltere geri adım atmak zorunda kaldı ve Trakya’dan Yunan ordusu geri çekildi.
Bugün dünyanın geldiği durumda Trakyasız Boğazlar ne işe yarardı, hiç düşündük mü?
Sonuç: Dünyada ve özellikle bu bölgede kalıcı olmak için her yönden güçlü olmak gerektir.