Günümüzde en şanslı insanlar, şüphesiz ki gerçek dostu olanlardır.
İyi gününde olduğu gibi, kötü gününde de yanı başında birinin, birilerinin olduğunu görmek direncini artırır insanın.
Çünkü gerçek dostlar bize çok yakındır.
*Dostları olmalı insanın; aynen, gemilerin yanaştığı limanları gibi.
Zaman zaman uğradığın, yükünü boşalttığın, dalgalar dininceye kadar, koyunda beklediğin
*Dostları olmalı insanın; ermiş, bilge, hayatı ezbere okuyabilen, düşünemediklerini düşündüren, seni, bir cambaz ipinde, güvende tutabilen…
gerektiğinde, senin için ateşi yutabilen, yolunu ışıtan, ustan olmalı…
Dostluğun ve arkadaşlığın kıymetine, hiç Şüphesiz ki, paha biçilmezdir. Akrabalarımızdan ziyade, arkadaş ve dostlarımızla daha çok vakit geçiririz. biliyoruz ki gerçek arkadaş, mutlu günde de, kötü günde de arkadaşının yanında, ona destek olan kişidir. bu bağlamda dostluk sözleri, çok değerlidir. İnsana, ne kadar sevildiğini hissettiren bir göstergedir. Duyguların ifade edilmesinde çok iyi bir araçtır.
Şimdi, bunu nasıl mı anlayacağız, dost bildiğimiz insanların, gerçek dost olup olmadıklarını...
Bunun için ayrı bir çaba harcamayın.
Günün birinde mutlaka anlarsınız.
Anladığınız gün geldiğinde, kızgınlığınızı yenmek için "Kavanoz ve iki fincan kahve"nin hikayesini hatırlayın.
İyi gelecek ve kızgınlığınız, kırgınlığınız kalmayacak…
İşte Kavanoz ve iki fincan kahvenin hikayesi:
Bir gün bir felsefe profesörü, elinde bazı malzemelerle derse gelir. Ders başladığında; hiç bir şey söylemeden, önüne büyükçe kavanozunu alır.
Sonrada kavanozu ağzına kadar tenis topları ile doldurur. Ardından öğrencilerine kavanozun dolup dolmadığını sorar…
Bütün öğrenciler, hep bir ağızdan dolduğunu söylerler…
Bunun üzerine; profesör önündeki kutulardan birinden aldığı çakıl taşlarını, kavanoza döker...
Çakıl taşları kayarak, tenis toplarının aralarındaki boşlukları doldurmaya başlar…
Profesör, yeniden kavanozun dolup dolmadığını sorar…
Öğrenciler, yine hep birlikte; ‘evet doldu’ derler…
Profesör bu defa da, masanın üzerindeki diğer kutuyu eline alır ve içindeki kumu yavaşça kavanoza döker. Tabii ki kumlar da çakıl taşlarının aralarındaki boşlukları doldurur. Profesör yine aynı soruyu sorar. Öğrenciler de yine koro halinde ‘evet doldu’ derler…
Profesör bu kez ise, masanın altında hazır bekleyen iki fincan kahveyi alır. Başlar kahveyi kavanozun içine dökmeye. Bu kez de kahve de kumların arasında kalan boşlukları doldurur... Bunun üzerine öğrenciler gülmeye başlar… Ardından profesör öğrencilerine nasihat etmeye başlar;
-‘Bu kavanoz sizin hayatınızdır…’’
Tenis topları; Hayatınızdaki önemli şeylerdir. Yani aileniz, çocuklarınız, sağlığınız, arkadaşlarınız gibi. Diğer şeyleri kaybetseniz de, bunlar hayatınızı doldurmaya yeter…
Çakıl taşları ise; Sizin için daha az önemli olan diğer şeylerdir. Yani işiniz, eviniz, arabanız gibi…
Kum ise; diğer ufak tefek şeylerdir. şayet kavanoza önce kum doldurursanız; Çakıl taşlarına ve özellikle de tenis toplarına yeterli yer kalmaz…
Aynı şey, hayatımız için de geçerlidir. Vaktinizi ve enerjinizi; ufak tefek şeylere harcar, israf ederseniz; bu defa da önemli şeyler için vakit kalmayacaktır. Dikkatinizi mutluluğunuz için önemli olan şeylere çevirin.
Çocuklarınızla oynayın… Sağlığınıza dikkat edin…
Sevdiklerinizle yemeğe çıkın…Evinizin ihtiyaçlarını karşılayın…
Öncelikle tenis toplarını kavanoza yerleştirin…
Öncelikleri, sıralamayı iyi bilin…Gerisi hep kumdur…’
Bu arada bir öğrenci, merakla şu soruyu sorar;
‘Hocam peki, o iki fincan kahve nedir?’
Profesör gülerek cevaplar;
‘Bu soruyu bekliyordum. Hayatınız ne kadar dolu olursa olsun; Her zaman dostlarınız ve sevdiklerinizle bir fincan kahve içecek kadar yer vardır…’
Sonuna da ben ekliyorum:
Sağlığınızı, ailenizi, sevdiklerinizi ve varsa gerçek dostlarınızı asla ihmal etmeyin…Allaha emanet olun…
‘’SON SÖZ:’’ KARDEŞ DOST OLMAYABİLİR AMA DOST HER ZAMAN KARDEŞTİR.’’