GÜNÜMÜZ TOPLUMU VE TASAVVUF

06/09/2022 20:40 985

 

   Türk toplumu, tasavvufa uzak kalmış bir toplum değil. Ama tarikatların, tekellerin kapatılmasından sonra, bu konu pek işlenmedi, düşünce ve inanç dünyamızda. Bu yüzden, tasavvufu anlaşılır bir biçimde sunmaya çalışacağım.

   Tasavvuf; kişinin nefsi ile savaşıp onu dizginlemesi, kötülüklerden arınması, tutkuların esiri olmaması, hayatı ve dünyayı derinden kavraması, böylece; yaratıcısı ile birleşmesi, Hak ver Hak olmasıdır. İslam dinin özü ve ruhu olan tasavvuf; İslami ahlak kuralları ve varlık bilgisi ilgisi ile, önce insanın faziletli ve olgun olmasını, sonrada böyle insanlardan bir toplumu amaçlar. İslama özgü bir mitsizimdir tasavvuf, Anadolu felsefesinin de köküdür.

   Tasavvuf, nasıl doğdu ve ne türlü gelişti, biraz inceleyelim. Hz. Muhammed, sağlığında tüm İslami konulara açıklamalar getirmiş, yaşantısı ile de iyi örnekler sergilenmiştir. Ölümünden sonra, bu konularda sorunlar ortaya çıktıkça, zorlamalar oldu. Farklı çözümler, farklı yorumlar ortaya atıldı. İşte bunlar, tasavvufa yol açan nedenler.

   İlk dönemlerde tasavvuf anlayışı, manevi olgunluğa erişmek için, kişinin dünyadan, toplumdan soyutlanma yolu, yani zühd olarak algılanmış.

   Tasavvufu zühd şekline anlayıp yaşayan ilk öncüler; Süfyan Sevri, Ebu Haşim-UL Kafi, bir kadın olan Şeybetür Rai… Açıklama ve yorum getirenlerse: Zünun Mısri, Abu Said Al Harras, Abu Hamza, Muhammed İbrahim, Yahya Razi… Tasavvufun nazari, bir de davranışlara yansıyan, yaşanan bir tarafı var. Kaynağı Kuran’dır. Simgeler de, Önemli bir anlatım tarzı. Simgeler, dönemlere göre farklı yorumlanmıştır. Tasavvuf bir kültürel olgu olduğu için, dinamik ve değişkendir.

   Tasavvuf tarihinde iz bırakmış ve yayılmasına öncülük etmiş olanlardan biri de, Beyazıd Bistami (İS 9’uncu yy.) Özlü sözlerinden biri: “Yılanın derisinden soyulduğu gibi, bende nefsimden soyuldum; baktım bir de ne göreyim? Ben o’yum.”

   İS 10’uncu yüzyılda yaşayan Cüneyt-i Bağdadi; şeriat ile hakikati tasavvufta birleştirilmiş ve “Tasavvufun başı, sonudur” demiş. Hallac-ı Mansur, (İS 10’uncu yy), ilk “Enel Hak” diyen kişi değil ama, ilk “Enel Hak” şehidi. Tanrı olma iddiasında değil ol. Sadece, Tanrı’yla insanı bir ve aynı özde görmüş ve “Enel Hak” demiş, “Bütün dinler Allah’a ait, hepsi de aynı hakikatı dile getiriyorlar” diye de eklemiş. Cesur, doğru bir yaklaşım ama, zamanına ters düşen bu sözleri, onun ölüm sebebi.

   12’nci Yüzyıl mutasavvıflarından Gazelli’ye göre, “Akıl, gerçeği kavramaya yetmez. Gerçek; ancak sevgi ile ve Allah’ın nuru ile nurlandırılan gönüllere nasiptir. Muhittin Arabi ( İS 13’üncü yy), tasavvufu şöyle tanımlıyor: “Tasavvuf, Tanrı’nın ahlaki ile ahlaklanmaktır. Hangi tarafa dönerseniz, Tanrı’nın birliğinde olmak, Ondan gelmektir. Hakkı, Haktan Hak gözüyle görünler, Hakkı bilenlerdir.”

   Tanrı-insan Birliği anlayışının yayılmasında büyük payı var Muhittin Arabi’nin. Aynı dönemlerde yaşayan Sühreverdi “Hakikat, bir nur olarak insan gönlüne doğar” cümlesini kullanmış.

   Türk tasavvufu, Anadolu tasavvufu, Horasandan gelen Ahmet Yesevi’nin erenlerinin eseri. Ahmet Yesevi, Türk töresini, dilini tasavvufla bezeyen, Horasan okulunu kurup, eğitim veren, yetiştirici, örgütleyici ulu bir kişi. Eğittiği Horasan erenlerini, Alp erenlerini Anadolu’ya ve Balkanlara göndermiş, Türkleşmeyi, Türk tasavvufunu yaymayı başarmış. Türk töresiyle İslam sentezinden oluşan farklı ve özgün bir Türk tasavvufu bu. Türk toplumunu korumada, yaşatmada, yaymada çok yararları oldu bu anlayışın.

   Anadolu’ya gönderdiklerinden en önemlisi de, Hacı Bektaşi Veli. Onunla birlikte bir Türk tasavvufu dönemi açılıyor Anadolu’da ve Bektaşilik kuruluyor. Köylere, mahallere kadar örgütleniyor.

   Anadolu ve Türk tasavvufu, yeni anlayışlar getirmiştir. Anadolu öncesi tasavvufu, sadece insan-ı Kamil, olgun insan yetiştirmeyi amaçlardı. Yani, amaç Hak ile Hak olma idi. Oysa ki, Anadolu tasavvufu buna ek olarak, olgun tolumu da hedeflemiş, Hak’tan halka inmiştir.

   13.yy’dan 20.yy’dan kadar süren, bir Alevi kuruluş olan Ahilik; kardeşlik demek. Ayrıca, bin Lonca kuruluşu, Esnaf Sanatkarlar Derneği. Ahiler, belediye hizmetlerini, silahlarıyla da koruma görevlerini üstlenmişler. Ana ilkeleri şunlar: Alçakgönüllülük, cömertlik, başkalarını sevme, nefsine hakim olmak, dünya malına değer vermemek, hoşgörü ve tevekkül… Ahilere göre, üç şey açık olmalıdır: EL (Cömertlik), kapı (konukseverlik), sofra (açları doyurma). Üç şey de kapalı: Göz (kimseye kötü bakmama), dil (kötü söylememe), bel (ırza göz dikmeme).

   Hacı Bektaş Veli, Türk ulusunun yetiştirdiği büyük düşünürlerinden biri. Ulusun yücelmesine, Türk kültürünün yayımlanmasına, Türk Birliği ve beraberliğinin oluşmasına büyük katkısı var onun. Yeniçeriler bu ocaktan, ünlü Kanuni Sultan Süleyman da. İslam da yeri olmayan, çarpık yorumları, sapık düşünceleri, bağnazlığı büyük ölçüde ayıklamış. Evliyalar Bağırbaşı, Erenlerin Başçeşmesi, Veli’nin Hünkarı olarak da ad vermişler Hacı Bektaşı Veli’ye. Soyu Hz. Ali’ye dayanıyor.

   Doğum yeri Horasan’ın Nişapur şehri, doğum tarihi de 1240’lar. Ölümü, Sultan Orhan döneminde, 1300 başlarında. Sevgi, saygı ve kardeşliğe dayalı Bektaşilik’in kurucusu. Bazı özlü sözleri: “Adaletsizlik, Tanrıda değil bizdedir. –iyi insan, kötü insan yoktur. Yaptıkları iyi ise o insan iyi, yaptıkları kötü ise o insan kötüdür. - Kötülüğün başlıca nedeni, beşeri zaaflarımız . – Bektaşi; kınamaz, hakir görmez, küçümsemez. Herkese mazharına göre davranır. Yani, kurda ot, kuzuya et vermez. Kapıcı olacak adamı Vali, Vali olacak adamı9 kapıcı yapmaz.  – Her ne var ki alemde, örneği vardır ademde de sözünü söyleyen bu ulu kişi, insan, alemin bir örneğidir demekle tasavvufun özünü ortaya koymakta. Şu sözleri de ne kadar güzel. “İlimden gidilmeyen bu yolun sonu karanlıktır. – kızlarını okutmayan bir millet, yok olmaya mahkumdur. – Türk kızı, peçe diye yüzüne iffet ve vekarını çeker”

   Bağnazlara, yobaz ve tutuculara söylenilebilecek en güzel öğütler.

   Tasavvufun halk kesimindeki temsilcileri Hacı Bektaş Veli ve Yunus Emre; saray ve elit zümrede de Mevlana. Tüm dünya onları tanıyor, beğeniyor, takdir ediyor ve adlarına günler hatta yıllar tertipleniyor. Yunus Emre’den bazı güzel satırlar: “Bir ben var bende, benden içeri.

   Ten fanidir, can ölme, gidenler gelmez

   Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil.

   Türk tasavvufunda her şey insan için, insanın hizmeti için. İnsan olmasaydı Tanrı, bu dünyayı yaratmazdı diyor Yüce Kitap. Hacı Bektaş Veli; benim kabem insandır demekte’. Bektaşiler arasında söylenen bir söz var: “İnsan, Allah değildir ama, Allah’ı yeryüzüne indirendir. Çünkü, insan Allah’ı idrak etmiştir.” Türk tasavvufu tüm insanları bir görür, eşit görür, ayrıt etmez, uzlaşmacıdır. Bilgiyi de kutsal sayar. Düşünen, olgun, bilgili, kişiyi makbul tutar. Kaygusuz Aptal şöyle sesleniyor.

   Bu adem dedikleri baş değil

   Adem manaya denir, suret ile kaş değil.

   Tasavvuf yolu, eğitim yolu, yeri de dergahlar, tekkeler, öğretenler de pirler. Nasibi ve gayreti ölçüsünde ileri gidilir. Önemli olan şekil, kıyafet değil, özdür, gönüldür. Yunus Emre,

   Dervişlik dedikleri hırkayla taç değil/ Gönlün derviş eyleyen, hırkaya muhtaç değil” derken bunu vurguluyor. Kanuni Sultan Süleyman da bir Bektaşi. Ocağa girip muhip olunca, ünlü cihan padişahı Muhteşem Süleyman, bunu bir şeref olarak görmüş ki, şiirlerinde Muhibbi mahlasını kullanmış. Tanrı birliğini de dile getiren dörtlüğü de şu.

   Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi

   Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi

   Saltanat dedikleri  ancak cihan kavgasıdır

   Olmaya taht-ı saadet dünyada vahet gibi,

   Bilinen, ünlü ilk iki mısra. Tanrı birliğinin yarattığı mutluluğu anlatan son iki satırı ise, bilinmez de okunmaz da.

   Birkaç yıl önce vefat eden, öğrencilik yıllarından tanıdığım, kulak boğaz burun hastalıkları Doç. Dr. Bedri Noyan Dedebaba, Tanrı’ya ermenin, Tanrı’yla bir olmanın, Tanrı sevgisinden geçtiğini şöyle söylemekte:

   Mahvetti bütün varlığı, sevdan içimizden

   Etraf bulunmaz, baksa da bir fark ikimizden

   Fikret Sezgin Arkadaşım da, tasavvufu şöyle özetlemekte:

   Seni duymak, senden duymak

   Senin olmak, senden olmak

   İki dünyada tek dilek

   Seni bulmak, sende bulmak

   Düşünce, yorum, inanç özgürlüğü, hoşgörü, saygı, uzlaşma, barış, yetmiş iki milleti eş görmek tasavvuf ilkeleri. Nazar eyle itiri, bazar eyle götürü/ Yaradılışını hoş gör, yaradandan ötürü diyor Yunus. Tasavvufa göre, Tanrı; insanoğlunun gönlünde konaklanmakta. O nedenle gönül kırmak, Tanrı’yı kırmak demek. Yunus Emre, bu gerçeği ne kadar zarif söylüyor.

   Ak sakallı bir hoca

   Hiç bilmez hal nice

   Ekmek yenmesin Hac’ca

   Bir gönül yıkar ise  

   Türk töresinde; yardımlaşma, konukseverlik, iyi komşuluk örnekleri pek çok. Dinimiz de, tasavvuf  da hümanist ve demokratik. Böyle ama, neden hala demokraside ve insan haklarında çok gerilerdeyiz.

   Özgürlük, eşitlik, uzlaşma, demokrasinin üç ana unsuru. Kültürümüzde, geçişimizde, inancımızda, bunlar var ama, niye bir türlü başaramıyoruz. Hoşgörüşsüz, uzlaşmaya yanaşmayan, özgürlüğü, inançları çıkar için kullanan, materyalist bir toplum olduk. Geçmişimizi, iyi niteliklerimizi; demokrasi ve uzlaşma için kullanmada daha fazla geç kalmamalıyız. Toplumumuzu insan haklarına saygılı, demokratik bir toplum yapmak görevimiz ve çabalarımız, hiç eksilmemeli. Bazı olumsuzluklara rağmen, geleceğimizden endişe duyuyorum. Daha iyi günler, bizleri bekliyor.