Geçtiğimiz hafta yaşadığımız bir kou: Türkocağı İstanbul Şubesi’nin görevden alınışı.
Önce Türkocağı ile ilgili olarak kendimi istemeden de olsa anlatmalıyım. Neden? Çünkü, amiyane tabirle dışarıdan gazel okunuyor olmasın.
Adana Türkocağı’nda 1994-1996 arasında Başkan Yardımcılığı ve 1996-1998 arasında Başkanlık yaptım. Başkanlıktan sonra çok uzun yıllar Hars Heyeti Başkanlığı yaptım ve 1996 yılından beri de Kurultay Delegesiyim. Sadi Somuncuoğlu, Necati Gültekin Paşa ve Nuri Gürgür Genel Başkanlıklarında Genel Merkez ile sürekli birlikte oldum. Bu arada hemen söylemeliyim; Ocakta aldığım görevlerin hiç birisini talep etmedim. Gösterilen teveccühle ve hatta bazen haberim olmadan bu görevleri aldım. Öyle ki, Başkanlığı kendi isteğim ile bıraktım ve her Başkan bir dönem yapsın diyerek bıraktım. Aynı Aydınlar Ocağı başkanlığını bırakırken yaptığım gibi.
Anlaşıldığı gibi Türkocağı’nın hem Genel Merkez, hem de Adana şubeleri için kendi adıma şunu söyleyebilirim: Yirmi sekiz yıllık Türkocağı hafızalarından biriyim.
Bunları neden anlattım?
Bu kadar uzun yıllar içerisinde Teşkilât olarak elbette çok badireler atlattık. Hele iki olay oldu ki, şimdi ayrıntılarına girmeyelim, az-çok ilgilenen herkes bilir. O olaylarda, şahsen Genel Başkan Nuri Gürgür Bey’e sonuna kadar sorular sordum ve itirazlarda bulundum. Elbette sadece ben değil, Bölge Toplantılarında bir çok Şube yetkilisi arkadaşlarım en ağır konuları açıkça ortaya serdi ve konuştuk. Bu konuşma ve tartışmalar kamuoyunda yer almadı. 1992 yılından beri Adana’da Basın camiası’nın içerisindeyim. Ne köşe yazılarımda ne de yaptığım televizyon programlarında o konuları hiç gündeme almadım.
Bugün de İstanbul şubesi’nin görevden alınışının tartışmasını yapmayı düşünmüyorum. Cezmi Bayram Bey’i tabii ki iyi tanırım. Yanlışı ile doğrusu ile büyük bir emek vermiştir. Bu kadar kolay alınmamalı idi diye düşünüyorum. Ama, benim konum bu olayla ilgili değildir.
Teşkilâtlarda, örgütlerde böylesine iç mücadeleler olur, oluyor ve olacaktır. Ancak, bazı konular vardır ki, tarihî öneme haizdir ve unutulması mümkün değildir. Böyle bir konu olursa teşkilât, teşkilâtcılık kavramları rutinden çıkabilir.
Bu kadar sözü ne için anlattım?
Bu yaşananlar esnasında Türkocağı Genel Merkezi’nin yayınladığı bir Basın Bildirisi’nde şu ifadeyi görünce nasıl olur dedim.
“Türkocakları kesintilerle de olsa 110 yıllık kadim bir Ocak’tır. Kuruluşundan itibaren parti siyaseti dışında olmayı ilke edinmiştir. Cumhuriyet’in kuruluş sürecinde oynadığı merkezî ve hayatî role ve ifa ettiği hizmetlere rağmen bu ilkesine bağlılığı dolayısıyla ve Türk Dünyası konusundaki tavrı yüzünden 1931’de kendisini kapatılmaya mecbur bırakılmıştır.”
Ne demek bu ya?
Bir kere böyle bir konuyu yazmanın gereği nedir? Araya Mustafa Kemal ATATÜRK gibi bir Türk Milliyetçisine dokunduracak, hem de ağır dokunduracak sözleri koymanın anlamı nedir? 1931’de - keşke olmasaydı, ama nedenleri var – kapatıldı da Türk Milliyetçiliği sekteye mi uğradı? TDK, TTK o yıldan sonra kurulmadı mı? DTCF o yıldan sonra Bozkurt amblemi ile kurulmadı mı? vs. vs. sayısız örnekler verilebilir.
Bu ifadeler son derece talihsiz ve tamamen siyasete bulaşmış ifadelerdir. Daha fazla düşüncemi açmak istemiyorum. Yaklaşık otuz yıllık bir hafıza ve Ocak Tarihini araştıran, hem de eski harflerle yazılanları okuyarak araştıran biri olarak bu ifadelerin birkaç kişinin işi olduğunu kestirebiliyorum. 6,5 saatlik istişareden sonra Aziz Atatürk diyerek geçiştirme kabul edilemez.
Bu ifadelerin failleri teşkilâtlarda ne yapmak gerekirse onu yapmalıdırlar.
Türk Yılı 1928 Kitabı’nın hazırlayıcısı olan Yusuf Akçura Bey’in kitabın Başlangıç yazısından alıntılar yapacağım.
“1926 yılında toplanan Türkocağı Hars Heyeti, 1927 senesinden başlayarak her yıl , Türk Dünyası’nın umumî vaziyet ve ahvâlini gösterecek sûrette bir sâlnâme neşrine karar vermiş ve bunun ilk sayısını hazırlayıp meydana çıkarmak işini bana yükletmişti.”
“Türk Dünyası’nın başı ve kalbi Türkiye Devleti’dir. Bugün Türkiye Devleti’ni zî-hayat olarak tecessüm ve teşahhüs ettiren Gazi Mustafa Kemal Hazretleri, bütün Türk Dünyası’nın düşünen başı ve çarpan kalbi demektir.”
Türkocağı’nın birkaç kurucusundan biri olan Yusuf Akçura’nın bu sözlerine rağmen, bildirideki o sözleri kim, neden ve nasıl düşünebilir? 1931’de teşkilât kapandı, ama, Yusuf Akçura TTK Başkanı oldu, değil mi?
Ocağı kapatma kararı alan Hamdullah Suphi Genel Başkanımıza Tanrıöver soyadını kim verdi? Hamdullah Suphi Bey, Bükreş Büyükelçisi olmadı mı?
Maalesef, bunları yazmak zorunda kaldım. Kaç günden beri karar verme süreci yaşadım ve bekledim ki, bu konuda bir gelişme olur. Ancak, son canlı yayını da anında ve heyecanla izledim. Ama gördüm ki, o konuda tatmin edici bir açıklama yoktur. Kamuoyunun Türkocağı-Atatürk ilişkisini doğru anlaması gerektiğine inanıyor ve yaklaşık 30 yıldan beri bunun mücadelesini veriyorum.
Bu konuda bir çok kişinin çok emek verdiğini de biliyorum. Bu emekler sayesinde çok mesafe alındığını da görüyorum. Ve inanıyorum ki, bu alınan mesafeden asla geri dönülmeyecektir.
Yazdıklarım tamamen kişisel görüşlerimdir, hiçbir kurum ve kişiyi bağlamaz..