Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ü anlatıyorduk…
Zaman oluyor Ankara’da daha başka hususi bir maksatla bulunduğum şüphesi galip gelerek derhal sofradan uzaklaştırılıp tekrar esaslı bir isticvaba sevk edilmem isteniyor.
Atatürk’ün bulduğu bir izah ile hava tekrar yumuşuyordu.
İçkiden ve münevver bir zümrenin ortasında oynamakta olduğum bu ağır oyunun yükünden artık bunalmıştım.
Bu defa Atatürk;
“herr’e bir soru da ben soracağım” diyerek, bana o saate kadar sorulan soruların en ağırını tevcih etti.
“Biz modern Türkiye’de bir takım inkılaplar yaptık. Batı’nın münevver adamlarınca acaba bunların hangileri malumdur ve onlar en çok neyin üzerinde dururlar”dedi.
Ve sonra yine kendisi, sorunun ağırlığını hissederek;
“Mesela Türkiye’de bir harf inkılabı yapılmıştır. Herr bunun hakkında acaba ne düşünür” diye sorusunu daralttı.
Konuşmalar, günlük konular veya askerlik konuları dışına çıktıkça bu oyunun Alman dilinde idamesine imkan kalmayacaktı.
Çok kısa cevap vermek lazımdı.
“Türkler için olan faydasını ve zararlarını münakaşa edemeyeceğim. Fakat Latin harflerinden sonra Batılılar için Türkçe’ye alaka artmıştır..Sonra turistleriniz için yazılarınızı okuyarak, memleketinizin sokaklarında dolaşmak kolaylaşmıştır. Yeni harflerinizle Türkçe; bir Çince bir Arapça olmaktan çıkmıştır” dedim.
Atatürk “Pekiyi, benim söylediklerimi acaba yazabilir mi?” diye sordu.
Ben manasını anlamadan ve pek büyük yanlışlar yapmadan pekala yazabileceğimi söyleyince, etraftan kağıt kalem getirildi.
Atatürk bana şöyle dikte ettirmeye başladı;
“Bayanlar, baylar…Her iyiyi ve güzeli daima ecnebiye mal etmeye taraftar olmayınız. Türk Milleti medenidir, cesurdur. Almış olduğu vazifeyi, her Türk genci müşgül şartlar altında da başarmaya kabiliyetlidir. Nitekim ben, zannettiğiniz gibi bir ecnebi değil, damarlarında asil Türk kanı bulunan bir Türk genci ve bir Türk deniz subayıyım.
Şimdi artık kalk ve bunu ana dilinde oku” diyerek sözlerini bitirdi.
Ben tekrar ana diline kavuşmanın, esas hüviyetimi bulmanın bahtiyarlığı içinde yerimden fırladım.
Yazdıklarımı, temiz Türkçe’mizin, emsalsiz ahengi içinde heyecanla okudum.
Masadakilerde büyük bir heyecan uyanmıştı.
Hanımlar başta olmak üzere, herkeste umumi bir hayret, türlü türlü tefsirler
Hanımlar başta olmak üzere, herkeste umumi bir hayret, türlü türlü tefsirler ve münakaşa ihtiyacı ortalığı bir uğultuya boğmuştu.
Bu arada Atatürk bana; Fevzi Çakmak’a hitaben bir mesaj yazdırdı.
Bunda mealen;
“Deniz istihbarat subayı Fahri Sabit’i bir vesile ile tanıdığını söylüyor ve diktesini keserek;
“Tabii Karpiç’te rakı içerken gördüm desem, senin için pek iyi olmayacaktır” diye gülüyor ve devamla kendisine mühim bir vazife verdiğini ve bu subayın aldığı vazifeyi başarıyla ifa ettiğini işaret ediyor ve kendisinin görevlendirdiği hizmetin tam ehli bulunduğunu kaydettikten sonra, bu gibi subaylara daha mesuliyetli vazifeler ve çalışmalarında daha geniş imkanlar verilmesinin uygun olacağını söylüyordu.
O zaman Mareşal hazretlerinin şahsiyeti ve çalışma tarzı, genç bir subay olarak aramıza öyle bir mesafe koymuştu ki, sabah olup da ortalık aydınlandıktan sonra, onun odasına girerek, böyle bir gecenin hikayesini yapmak ve Atatürk’ün hakkımdaki mesajını masanın üzerine koymak bana imkansız göründü.
Durumdan sadece harekat şube müdürümüze bahsettim.
Deniz Harp Akademisinin kuruluşunda ve deniz subayı yetiştirmek hususunda cidden büyük gayretler sarf etmiş olan ll.Başkan Korgeneral Asım Gündüz’ün olaydan haberdar olduğu şüphesizdi.
(Devam Edecek)