Artık ülkemizde ekonomisiz yazı yazmak çok zor.
Tamamen ekonomik bir istikrarsızlık ülkeye hâkim olmuş durumdadır.
Yarının ne olacağının belirsiz olması ve bilinememesi her işi kilitlemiştir.
Siyasetin yaşanan ağır ekonomik bunalıma müdahale edememesi, sadece hamasi nutuklarla günü kurtarmaya çalışması toplumun çok büyük bir kesiminin ruhsal yapısını etkilemektedir.
Yaşanan ağır ekonomik bunalım, ekonomik kriz, buhran varken herhangibir önlem alınmaması toplumun daha da gerilmesini, ümitsizliğe düşmesini getirmektedir.
İnsanımız bu ağır bunalımı yaşarken Suriyelilere para akıtmanın ne anlama geldiğini bilememek ve bu akıtılan para ile övünmek insanımızı iyice bunalıma itmekte ve daraltmaktadır.
Bu ve daha birçok konu, ülkeyi yönetme iddiasında bulunanların mutlaka çözmesi gereken konulardır.
Ancak görüldüğü gibi ülkeyi yönetme iddiasında bulunanlar, çareyi Allah’a havale etmiş bulunmaktadırlar. Hatta, bazılarının daha güzel çareler ürettiklerini de görmekteyiz. “ kuru soğan yiyerek bu dönemi atlatalım” vs. gibi öneriler yaşadığımız ağır ekonomik kriz için bulunan güzel çözümler olarak sunulmaktadır.
İktidarın aklına, toplumun kuru soğanla geçiştirmesini önermek yerine biz inanılmaz ve çılgın israfımızı, yolsuzluklarımızı, akıl almaz gelirlerimizi durduralım da ondan sonra laf söyleyelim diye gelmiyor.
İktidar, bugüne kadar yaptığı gibi hamaset ile geçiştirmenin yoluna devam ediyor. Ama olağanüstü günlerden geçtiğimizi, ülke tarihinin en ağır ekonomik krizlerden birini yaşadığımızı gizlemenin mümkün olmadığını anlamamış görünüyor. Bu durum ise insanımızın yaşadığı ağır ekonomik bunalımın daha da ağırlaşmasına neden oluyor.
Yakın tarihimizden bir örnek vermek istiyorum.
Turgut Özal, Avrupa’da Türkiye adıyla Fransızca bir kitap yazmış – ki herhalde yazdırmıştır -. Bu kitabı eleştirmek maksadıyla Mehmet Bayraktar da Özal’ın Günah Galerisi adıyla 1989 yılında bir kitap yazmış ve Özal’ın yazdığı söylenen kitabı bombardıman ediyor. O kitaptan kısa bir alıntı yapıyorum.
“Özal, sofistler vari sözlerle süslü püslü bir şekilde sık sık şunları tekrarlar durur. “Türkiye Avrupa’dan ucuz”, “Türkiye dünyanın en ucuz memleketi”, “Türkiye’de falanca malın fiyatı şudur, halbuki Almanya’da budur” gibi. Özal’ın çarpık mantığına göre bunlar doğrudur. Çünkü o, mantığı ve kıyası tek taraflı yapıyor.
Fiyatlar kıyaslamasını yaparken, niçin maaşlar kıyaslamasını yapmıyor? Çünkü Özal çift yönlü bir kıyaslama yapsa, Türkiye’nin şu veya bu Avrupa ülkesinden daha ucuz olduğunu söyleyemeyecektir. Doğru ve gerçek bir kıyası alım gücü üzerinden yapılmasının gereğini o da biliyor, fakat meseleyi çarpıtması gerektiğini de biliyor. İşta buna çarpık mantık denir.”
Bu yazılanlar bize günümüzü hatırlatıyor, değil mi?
Toplumun tamamının söylenenlere inanmasını beklemek doğru değil. Nitekim, Anavatan Partisi’nin sonu zannederim hepimiz için ibret vesikasıdır.
Bu nedenle önemli olan, Millettir ve Milletin tamamıdır.
Son cümleden hareketle bir konuyu daha açıklamak gereği hissediyorum.
Türk Milleti ve tamamı adına hareket etmek, özür dilemek, helâlleşmek, yüzleşmek ifadelerini kullanmak biraz sıkıntılı bir konudur. Hele tarihe mal olmuş konularda bunları yapmak için bin defa düşünmek gerekir.
Devletimiz, Dersim olayları ile zaten yüzleşmiştir. Çünkü, o olayları bizzat yaşamıştır. Neyi ile helâlleşecektir? Helâlleşmekten kasıt nedir? Helâlleşmekten kasıt, istemeden mağdur olanların gönlünü almak ise bu şahsî girişimlerle olabilir? Ancak, Devletin mağdur olmasını nasıl halledeceğiz? Bu konuyu sürekli gündemde tutmanın kimseye bir yararı olduğunu düşünmüyorum. Mustafa Kemal ATATÜRK gibi hâlâ dünyada en büyük liderlerden kabul edilen bir dehânın verdiği kararlar, Fevzi ÇAKMAK gibi muhteşem bir askerin Genelkurmay Başkanı olarak verdiği kararlar, İsmet İNÖNÜ ile başlayan ve Celal BAYAR ile devam eden Başbakanlığın uygulamaları ile yapılmış işleri neresinden sorgulayabiliriz? Elbette, o günlerin tarihini ve ayrıntılarını yazmak isteyen yazarlar, tarihçiler olabilir bu ayrı konu. Bu konu ile ilgilenenlerin yapacağı girişimler kendilerini bağlar. Ancak, toplumun bir kesimi adına ve hatta büyük bir kesimi adına konuşmak imkânı olanların daha dikkatli olmaları gerektir.
1942 Varlık Vergisi konusu da yüzleşmeyi, özür dilemeyi, helâlleşmeyi gerektirecek bir konu değildir. Cumhuriyet kurulmuş ve en temel kuruluş felsefesi ve ilkesi de Millî Devlet olmasıdır. Neden bu Cumhuriyet’in en temel felsefesi ve ilkesidir? Çünkü, Cumhuriyet’i kuran iradenin yaşadığı en büyük travma, Osmanlı Devleti’nin, Türk Milleti dışındaki bütün azınlıklar tarafından düştükten sonra tepelenmek istemesidir. Türk çocuklarının bu duruma isyanları inanılmaz boyutlardadır. Bu nedenle, ilk fırsatta yapacakları iş, Türk Milleti adına bir yapılanma ortaya koymaktır. İşte, Cumhuriyet’i kuran iradenin en temel özelliği, felsefesi, fikri, düşüncesi, ilkesi Millî Devlet olabilmektir. Yalnız egemenlik konusunda değil her konuda millî olmaktır. Kaldı ki, millî egemenlik için de millî ekonomi gereklidir. Elbette Millî Ekonomi demek, içeriden ve dışarıdan millî olmayanlarla iş yapmamak demek değildir. Aksine, herkesle iş yapmak demektir. Sadece, mesele şudur: Osmanlı’da yaşanan ve devleti ve Türk Milleti’ni yok olmaya götüren gayrı milliliğin önüne geçmek gerektiğine inanmaktır. Çünkü, bunlar yaşanmıştır ve bunun travması çok iyi bilinmektedir.
2. Dünya Savaşı’nın tam ortasında, acaba azınlık iş adamlarının tavırları ne oldu da Varlık Vergisi gibi bir uygulamaya geçildi? Bu durumların cevabı verilmeden bu konularda Helâlleşme olmamalıdır. Toplumsal her olayda söylenebileceği gibi aşırılıklar, istenmeyen durumlar olabilir, olabiliyor. Keşke olmasa, keşke önlenebilse.
Aynı mantık çerçevesi içerisinde 6-7 Eylül 1955 Olaylarını da değerlendirebiliriz.
Sonuç olarak, Türk Milleti adına helâllik istemek, yüzleşmek, özür dilemek gibi ifadeler öyle rahatça söylenebilecek ifadeler değildir. Bu durumlar gereksiz tartışma yaratır. Tarihçiler, araştırmacılar konuların ayrıntılarını, derinliklerini araştırır, yazar ve ilgilenenler de bu yazılanları bulur, okur ve tartışır.