Dikkat etmişsinizdir; günlük konuşmalarımız, sohbetlerimiz çok kere günlük olaylar spor, politika, moda ve dedikodular üzerine. Ev sofrasında, dost meclisinde, arkadaş görüşmelerinde kendi edebiyatımız hemen hemen yok gibi. Yazarlarımız tanınmıyor, eserleri konuşulmuyor. Çünkü edebiyatımız içinde yer etmemiş, dilimizin güzelliğinin tadına varamamışız. Okulda, kendi edebiyatımızla ilgili öğrendiklerimiz de çok sınırlı. Evde olmayınca, konuşulmayınca okulda da öğretilmeyince, sonuç bu…
Selçuklularda ve Osmanlılarda saray ozanlara değer verir, onları himaye ederdi. Yazılan kasideler ödüllendirilir, şairlerin yaşamı kolaylaştırılırdı. Ama öte yandan Nefi gibi hicvedenler de cezalandırılırdı. Meşrutiyet dönemlerinde politikacılar ve edebiyatçılar iç içe. Namık Kemal, Şinasi, Ziya Paşa gibi ünlü edebiyatçılar politikanın tam ortasında. Bu yüzden başlarına gelmedik kalmamış. Atatürk’ün sofrası ve çevresi tam bir edebiyat akademisi. Yahya Kemal, Ruşen Eşref, Fatih Rıfkı Atay, Yakup Kadri Karaosmanoğlu bu çevrenin tanınmış isimleri.
İsmet İnönü’nün devri, Çetin Altan’a göre daha farklı. İnönü, üst düzeyde bir Türkçe kullanmıştır ama onun zevkinin ağırlığı, çok sesli batı musikisinden yana. İleri yaşında viyolonsel çalmayı öğrenmiş, batı musikisi konserlerini hiç kaçırmamıştır. Kendisinin edebiyatçılarla pek fazla ilişki içinde olduğu söylenemez. 1946’dan sonra çok partili demokratik dönem başlayınca, politikacılar, edebiyatçılar ve diğer sanatçılar, ayrı ayrı kutuplarda yer alıyorlar. Sanatçılar ve edebiyatçılar için politikacılar renksiz, ruhsuz, politikacılar için ise onlar fazla ilerici, tehlikeli… Sanatçılar ve edebiyatçılar da köşeler, kuytulara itiliyorlar ve çekiliyorlar ister istemez.
Edebiyatın malzemesi dildir. O nedenle, edebiyatta dil çok büyük önem taşır. Hayal, akıl ve tecrübe yanında eserin estetik yanı hep ağır basar. İfade zenginliği, etkili olma, güzellik hep dili kullanma marifetine bağlı. Dil bizde özel amaçların, siyasal görüşlerin bir aracı haline getirildi zaman zaman. Yenilikçi geçinen bazı kurumlar ve sol kesim dili sadeleştirmeyi uydurma kelime icatlarına kadar vardırdı. Böylece kökümüzden koparılır olduk. Eski nesirleri, şiirleri anlayamaz hale geldik. Sağ kesim ise; bu konuda daha tutucu. Edebiyatımız bu ikilikten, bölünmeden nasibini aldı. Kendi aralarında ödül dağıtır oldu bu iki kesim.
Böyle bir gidiş sonucu bu günlere gelindi. Şiirler okunmuyor artık. Şiirleri okuyup, romanları konuştuğumuz o eski geçmişi hasretle, buruklukla hatırlıyor üzülüyorum. Şairlerimiz toplumdan koptular. Birçoğu da hapislere gönderildi. Şimdilerde yeni bir tip türedi. Güfte yazarlığı, yani ‘güftekarlık’. Arabesk müzik eşliğinde şiirlerini okuyorlar. Oysa ki, eskiden birçok sanatsal beceri şiirde ortaya konurdu. İşte birkaç örnek:
Sordum nigarı (sevgili) dediler ahbab. / Semt-i Vefada Doğru Yoldadır. Burada bir tevriye söz konusu. Yani şair birden fazla anlamı olan bir kelimeyi farklı şekilde, manada kullanıyor. Sevgilin Vefa semtinde, Doğru Yol denilen sokakta oturduğunu, hem de vefalı ve doğru olduğunu söylüyor. Şair Nefi’nin dörtlüğü de tevriye sanatının en güzel örneklerinden biri; Kendisine ‘köpek diyen Tahir’e bakın nasıl bir cevap veriyor:
Bize Tahir Efendi kelp (köpek) demiş. İltifatı bu sözde zahirdir (bellidir). / Maliki mezhebim benim zira / İtikadımca kelp Tahir’dir (temiz). Yani bir biçimine getirip Tahir’e köpek diyor.
Ünlü şair Baki’nin beyti de bir iham harikası. İham; mısradaki bir kelimenin iki veya daha fazla manada söylenişi, manası farklı iki kelimeyi kullanmak anlamında:
Güzellerde vefa olmaz demek yanlıştır ey Baki! / Olur vallahi billahi hemen yalvarı görsünler. ‘Yalvarı’ kelimesi hem yalvarmak anlamında hem de İran Parası demek. Yani sevgiline yalvarırsan veya para verirsen, vefa görürsün demek. Keçecizade Fuat Paşa’nın şu mısrası da ne kadar hoş:
Bir evde dü (iki) zen (kadın) olsa, Düzen olmaz o evde. Burada ‘düzen’ kelimesi hem iki kadın ve hem de huzur anlamında kullanılmış.
Son olarak özlü söz söylemeye, az şeyle çok şey ifade etmek sanatı, özdeyiş olan icaz örnekleri sunacağım:
Artık güneş görünmez olur, gök bulutludur. / Rahatça dal, ölüm sonu gelmez bir uykudur. (Yahya Kemal Beyatlı)
Ölmek değildir ömrümüzün en feci işi / müşkül budur ki, ölmeden evvel ölür kişi. Yahya Kemal Beyatlı)
Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi / Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi. (Kanuni Sultan Süleyman)
Birçok bulvar, cadde ve sokağa ünlü edebiyatçılarımızın isimleri verilmiş. Onları da yapmasak, hiçbirini hatırlamayacağız. Bunlar dahi, ilgisizliği önleyemiyor. Ne yazık ki, kültürel mirasımıza, değerlerimize saygımız, ilgimiz ancak bu kadar. Oysaki onları tanıtmak, göstermek, yaşatmak bizim için bir görev, bir borç… Günah ve ayıp oluyor sözü bile az geliyor. Birilerinin bir şeyler yapması lazım. Geçmişe, değerlerimize sahip çıkmazsak, geleceğe nasıl güvenebiliriz?.. Geç de olsa bir yerden başlayıp, edebiyatımızı yaşamımıza sokmalıyız. İlgili ve sorumluların bunu idrak edip, düzeltmelerini dilemekten başka yapılabilecek bir şey yok.
Bu yazıma Yahya Kemal Beyatlı’nın şu şiiri ile son veriyorum. Sağlıcakla kalın.
Geçmiş Yaz
Rüya gibi bir yazdı. Yarattın hevesinle,
Her anını, her rengini, her şiirini hazdan,
Hâlâ doludur bahçeler en tatlı sesinle!
Bir gün, bir uzak hatıra özlersen o yazdan
Körfezdeki dalgın suya bir bak, göreceksin:
Geçmiş gecelerden biri durmakta derinde;
Mehtap...iri güller...ve senin en güzel aksin...
Velhasıl o rüya duruyor yerli yerinde!