“Aradığım yer, dingin suların sakinliğinde susmak, kendimi dinlemek istediğim bir yer.
Şuurumun sığ sularında gezinmekten usandım. Derinlere, suskun sakinliklerimde,
En derinlere dalmak istiyorum.”
Yaşadığımız dönem sonu ölümle biten haberlerle dolu. Zaten biz insanlar şuurlu bir varlık olarak öleceğimizi bilerek yaşamak durumundayız. Ancak bu dönem bize ölümü daha sık hatırlatıyor. Dost acıları sarıp sarmalıyor bizi. Bu kez gençlik yıllarımdan beri kardeş ötesi olduğumuz arkadaşım Mete Yanmaz’ı insanlığın kurtulamadığı kanser hastalığının pençesinde Hakka teslim ettik.
Koca bir ömür ve sayamayacağımız kadar anılar üşüşüyor insanın zihnine. Düşününce iyi ki anılarımız kaybolmuyor ve kaybettiklerimizi ölümsüz kılıyor. Ölüm deyince ‘Varoluştan ne anladım’ kitabıma başvurdum. Kitabımdaki ölümle ilgili bölümü paylaşmanın hem bana, hem de okuyucularıma katkısı olur diye düşündüm.
Ölümlü bir kâinatta yaşıyoruz. Kimileri buna Entropi yasası diyor. Önce düzenli bir halde olan, sonra dağılıyor. Çürüme, bozulma ve dağılma yaşadığımız sistemin yasaları olarak çalışıyor. Zaten bir düzenli yapı kurulurken de, başka bir düzensizliğe neden oluyor. Sürekli bir değişim ve değiştirme üzerine, mevcut kozmik yasaların çerçevesinde, yenilenip yok oluyor oluşumlar.
İnsan olarak bizlerde Yaratıcının koyduğu bu yasalara uygun olarak, doğuyor, gelişiyor ve ölümü tadıyoruz.
Korku bilinmeyene karşı duyulan bir histir. Bilince insanın korkusu da geçiyor. Ölümden korkuyoruz, çünkü ölümün nasıl olacağını bilmiyoruz.
Kur-an ayetlerinde “ölümü herkes tadacaktır” diyerek, bir acı olmadığını anlatıyor. Başka bir ayette ölümün uyku gibi olduğu benzetmesi yapılıyor. İnsan uykusunda da, rüyalar görüyor ve uyanınca hatırlıyor. Ne uykuya geçerken acı çekiyoruz, ne de uyandığımızda acı çekiyoruz.
Ölüm korkusu var ve insana, hayatı dolu, dolu yaşama bilinci veriyor. Bu bedenle dünyaya bir daha gelemeyeceğimizi düşünüyoruz. Sınırlı bir süre içinde yaşam bize, yaşadığımız her anın değerini hatırlatıyor.
Ölüm ve Acı, bizi korkutan unsurlar. İnsan, ölümü anlayamıyor ve anlayamaz. Çünkü insan bilmediğini zaten bilemez. Bilmediği müddetçe insan ölümden korkar.
Ölümden korkmamanın yolu olmasa da, idrak düzeyi yüksek insanların, Allah’ın varlığını içselleştirmiş ve Kur-an ayetlerindeki bilgileri özümsemiş insanlar bir nebze de olsa, ölüm sonrasına kendilerini hazırlayabilirler. Bu ancak “Allah’tan başka sığınacak bir yer olmadığını” kavramakla olur.
Kısacık insan yaşamında her şeyin olup bittiğini düşünürsek, korkularımız hiç bitmez. Sonsuzluğu kavramak, bu sonsuzluk içinde, insanın ruh varlığının yolculuğunun bir kısa bedenlenmiş yaşamdan ibaret olmadığını kavrayabilirsek, ölüm konusunun da, bu uzun yolculuğun bir bölümü olduğunu anlarız.
Ezel ve Ebed, bizim gerçekliğimizde var ve varoluşumuzun tümünde bitişik olabilir. Onları bitiştiren ama birleştirmeyen bir yapı var olmalı. Ezel ile Ebed ve ikisinin arasındaki tüm anlar, hepsi bir an olan sonsuzluk küresinin içinde kendi anları olarak görüngüler halinde olmadığını kim söyleyebilir ki?
O an nerede? O andan sonraki andaki kürede hangi görüngüler olacak?
Sonuç olarak, Yaratıcımızın var ediş denklemlerinin, bir kalıba sığamayacağını kavrayarak, her yaşamın bizim açımızdan bir tekâmül aşaması olduğunu bilmeliyiz diye düşünüyorum. Asıl yerimiz veya asıl kendimizi düşünürsek, bu dünyadaki ölümlü bedenimize takılıp kalmayabiliriz. Evine dönmeyi bekleyen bir yolcu misali yaşamı yaşamak ve bu fikre sahip olmak, korkularımızı yenmemize yardımcı olabilir.
Vefat eden dostlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum.