Fransız Kimyacı Lavoisier, 51 yaşında iken,
mahkeme giyotinle ölüme mahkum eder. Boynunun
vurulmasını beklerken kitap okumaktadır. Cellat, onu giyotine götürmek için yanına geldiğinde Lavoisier, nerede kaldığını unutmamak için kitabın arasına bir "kitap ayracı" koymuştur.
Lavoisier, giyotine giderken Matematikçi arkadaşı
Langrange'i( ünlü matematikçi ve astronom) yanına çağırır:
"Kafam sepete düştüğünde gözlerime bak. Eğer iki kere göz kırparsam, insanın kafası kesildikten sonra bir süre daha beyin düşünmeye devam etmekte demektir." der .
Kafası giyotinle kesilir, sepete düşer ve gülerek iki kere göz kırpar.
Matematikçi Langrange diyor ki;
-Lavoisier'in son saniyedeki ispat arayışı, bilimselliğin yüzyıllar sürecek meşalesidir.
İnsanları duyduklarına inanmayı değil, düşünmeye davet ediyorum...Neden bilim, bilim, bilim
dediğimize, güzel bir örnek…
**KOMŞU KOMŞUYA SESLENİRKEN DAHİ,
“HÛ HÛ" diye seslenirdik komşumuza...
“EYVALLAH” dilimizin pelesengi idi…
“HAY”dan gelip “HU”ya giderdik…
“HAY, HAY” Efendim ! diye kabul ederdik tekliferi…
“ALLAH, ALLAH, ALLAH, ALLAH ” diyerek şehadete koşardık Tuna boylarında…
“ALLAH ALLAH”, “ SÜBHANALLAH ”, ALLAHU EKBER “ idi hayretlerimiz…
Şimdilerdeki gibi “Vaaaauuv” diye yada “ohaa” diye gayri Müslim kırması çığlıklar atmazdık…
“TÖVBE ESTAĞFİRULLAH ” “ FESUBHANALLAH ” zikri anlatırdı kızgınlığımızı…
“Aman ALLAH'ım ” derdik, “oh my god” girmeden dilimize …
“ SALÂVAT ” anlatırdı bazen yanlış bir iş yapıldığını…
“ NEÛZUBİLLAH ” çekmek idi, istemediğimiz bir şey görünce zikrimiz…
“ BİSMİLLAH ”ile başlardı her hayrın başı …
Ya SABUR” öfkemizin ilacı idi ….
“ HASBÜNALLÂHÜ ve Nİ'MEL- VEKÎL ” diyerek
ALLAH’ı “ VEKİL ” ederdik çaresiz kalınca…
“ Ya ŞAFİ” dokunurdu yaramıza, merhemden evvel…
“ İNNA LİLLAH ” ayeti teselli ederdi geride kalanları…
“HAKK'a yürürdük” eskiden, ölmezdik biz …
“BU DA GEÇER YA HÛ!”, “Vazgeç ya HÛ!”,
“Hoş gör ya HÛ!” hatları süslerdi,
İş yerlerimizin duvarlarını,
Psikiyatrik ilaçlarlar dünyamıza girmeden…
Vel hasılı kelam Azizim !
“Eskiden yaşarken zikrederdik ,
Şimdi zikrederken bile, o hali yaşayamıyoruz”…
**800 LONCA
Bir tüccar 800 lonca kaybeder. Yoldan geçen bir marangoz da tesadüfen bu tüccarın çantasını bulur. Marangoz cüzdanı bulduğunu kimseye söylemez ve bu kadar çok para kaybının fark edilmesinin mümkün olmadığını değerlendirir ve sahibinin bu parayı arayacağını düşünür… 800 lonca ne kadardır?
O zaman, 40 lonca için iyi bir at satın alınabildiğinde yaklaşık 20 at bedeli kadardır.
Bir gün marangoz kiliseye gider. Rahibin, Frankfurt'a giren tüccarın 800 lonca kaybettiğini ve bulanın 100 lonca ile ödüllendirileceğini duyurur. Bunun üzerine marangoz parayı getirir ve Rahibe teslim eder…
Tüccar gelir ve çantayı alır. Ancak marangoza, vadetmiş olduğu 100 loncayı ödemeyi reddeder. Marangoza 5 lonca uzatır. Marangoz, tüccara sözünü tutmasını söyler. Aç gözlü tüccar, vaat edilen 100 loncayı vermemek için, cüzdanında 800 değil 900 Ionca olduğunu iddia eder. Marangozun çantadan para aldığını iddia eder. Rahip, marangoz için ayağa kalkar. Marangozu tanıdığını ve onun dürüst bir adam olduğunu, böyle bir şey yapmayacağını söyler. Tartışma kızışır. Rahip, tüccarı ve marangozu Frankfurt mahkemesine götürür.
Hakim süreci başlatır. Tüccara, İncil'e elini koyarak 900 lonca kaybettiğini yemin etmesini söyler. Tüccar tereddüt etmeden elini İncil'e koyar ve yemin eder. Yargıç, marangoza 800 lonca bulduğuna yemin etmesini söyler. Marangoz da elini İncil'e bastırarak yemin eder.
Herkes merakla hakimin kararını beklemektedir. Hakim her şeyin gün gibi açık olduğunu belirterek, "Marangoz 800 lonca buldu ve tüccar 900 lonca kaybetti. Yani marangozun bulduğu kese tüccarın değil. Dolayısıyla marangozun bulduğu para, sahibi çıkmadığına göre, Marangozun kendisine aittir. Tüccar ise kaybettiği 900 loncasını aramaya devam edebilir" kararını verir… Fakir bir marangozun haklarını reddeden cimri bir tüccar, adil bir yargıç tarafından cezalandırılmış ve bu olay tarihe geçmiştir...
SON SÖZ:’’ ADALET TOPALDIR, AĞIR YÜRÜR, FAKAT GİDECEĞİ YERE ER GEÇ VARIR…’’