- Nerede senin oğlan, hani bugün gelecekti?
- Yahu oğlan ne etsin, o cinayet senin, bu cinayet benim koşturup duruyor, gelip bir de seni mi eğlesin?
- Söz verdi gardaş, kaç ay oldu gelmiyor derneğe. Hele bir gelsin artık, özledik zaar.
- Gelecek gelecek merak etme. Bugün izin günü. Bir iki saate burada olur.
Salı sabahı, yatağında gerinerek uyanan İnanç Başkomiser bugünün izin günü olduğunu hatırlayınca, gülümseyip biraz daha uyumaya karar vermişti. Fakat birden babasına verdiği sözü hatırladı. Derneğe gidip babasının arkadaşları ile vakit geçirmesi gerekiyordu. Hayatın heyecanının gerisine itilmiş emekli yaşlı amcalar, hayatın berisinden gelen enerjik, hayat dolu ve gizemli bildikleri İnanç Başkomiser’le sohbet etmeyi çok seviyorlardı. Dernek, İstanbul’un çoğunlukla Adanalılar’ın yaşadığı bir semtte kurulan Adanalı Hemşehriler Derneği’ydi. Pek bir şey yaptıkları yoktu aslında ama üyeler, ki genelde yaş ortalaması altmış ile doksan arasında olanlar, bir araya gelip çay kahve içiyorlar, çocuklarının başarılarını birbirlerine anlatıyorlar, iş arayanlara kendi aralarında olabildiğince yardımcı oluyorlar, sonra ülke siyasetine dalıp sohbete devam ediyorlardı. Daha çok emekli derneği de denilebilirdi. Ara sıra çocukları da uğruyor, ortama neşe ve enerji katıyorlardı. Bu Adanalı Amcalar en çok İnanç Başkomiser’i seviyorlardı. Çünkü asıl aksiyon ondaydı. Anlattığı olayları can kulağı ile dinliyorlardı. İnanç Başkomiser gittikten sonra, geriye on günlük konuşacak konu bırakmış oluyordu hemşehri amcalarına.
Hızlıca giyinip kahvaltı yapmadan çıktı. Ne de olsa orada simit ya da poğaça olurdu muhakkak. Bir de kaçak çay. Açıkçası o da derneğe bazen sırf o özlediği kaçak çayı içmek için gidiyordu. İstanbul’da nerede öyle çay? İstese de bulamazdı o çayın tadını hiçbir mekânda. Beş yıl önce tayini Adana’dan İstanbul’a çıkmış, babasını yalnız bırakamayacağı için onu da yanına alıp, annesinin mezarını senede iki kez ziyaret etme sözü vererek ikna etmiş, birlikte göç etmişlerdi. Taşındıkları semtte ise iyi ki böyle bir dernek kurulmuş ve babası da dolaşırken görüp hemen üye olmuştu. Yoksa babasını bu kaotik şehirde tutması biraz zor olabilirdi.
Dernek, eski, koridorları dar, asansörsüz bir binanın birinci katındaydı. Binaya girer girmez burnuna beyaz sabun kokusu geldi. Belli ki merdivenler yeni temizlenmişti. Kokuyu içine çekti ve derneğin kapısından içeri girdi.
“Selamın Aleyküm delikanlılar!” dedi enerjik bir sesle gülümseyerek. İçeri girmesi ile ortamın enerjisini yükseltmesi bir olmuştu.
- Hele bak bak, Yusuf, kim gelmiş?
- Abooo, hoş geldin İnanç oğlum, gel gel otur, lan İsmail çay koy başkomserime.
- Sağ olasın Cemil Amca, vallaha çok özlemiştim çayınızı.
- Kahvaltı yaptın mı oğlum? Tandır ekmeği var mutfakta, memleketten yeni geldi, bir sokum yapayım mı sana?
- Olur vallaha yerim.
- Nerelerdesin yahu, hoş geldin, kuruduk kaldık burada!
- Serdar Ağabey valla çok yoğunduk, biliyorsunuz psikopat da çok yakala yakala bitmiyor.
- He valla haklısın, anlat hele biz de heyecanlanak biraz.
- Yahu dur oğlan bir sokumunu yesin önce, ne sabırsızsın lan Serdar.
- Tamam yahu, yesin beklerik!
İnanç başkomiser, tandır ekmeğine sardıkları tulum peyniri birkaç lokmada bitirip üstüne de kaçak çayını için keyfine keyif katmıştı. Şimdi, heyecan arayan bu amcalara, son çözdükleri cinayet vakasını anlatabilirdi.
- Vallaha geçen çözdüğümüz dava beni çok üzdü. Çok uğraştık, günlerce uyku görmedim ama çözdük.
- Abo oğlum, inşallah yemene içmene dikkat etmişsindir.
- Ettim baba ettim sağ ol.
Herkese çay dağıtılmış, tüm emekli amcalar, İnanç Başkomiser’in etrafına sandalye çekip oturmuşlardı. Adeta eski zamanlardaki gibi tiyatro sahnesinde hissediyorlardı kendilerini.
“Merkezde oturuyorduk, dediler cinayet var! Kalktık hazırlandık çıktık. Olay yerine iki ekip vardık. Abo olay yeri vahşet, bir adam kalbinden bıçaklanmış, ortalık kan gölü. Olay yeri sorumlusu dedi, bu adam bir değil belki on kez bıçaklanmış. Dümbüğün teki hızını alamamış zaar vurdukça vurmuş vurdukça vurmuş, sonra da kaçmış. Olay yeri incelemenin işi bitince asıl bizim iş başlıyor. Parmak izi alındı, kameralara bakıldı hiçbir şey yok, sabaha kadar sisteme düşen görüntülerde katili aradık. Sabah oldu tam eve gidip biraz uyuyacağım, zırrr telefon. Ne oldu? İkinci cinayet işlendi gel! Dedim başka ekip baksın ben daha yeni geldim eve. Yok dediler sen gelecen. Niye? E çünkü aynı adam işlemiş cinayeti. Lan nereden anladınız? Bakmışlar hemen, parmak izi aynı. Hadi buyur, al sana seri katil! Boku yedik! Gerçi bizden seri katil çıkmaz ama ya çıkarsa dedim, yattığım gibi kalktım koştum gittim. Olay yerine varınca ne göreyim, yalnız size bir şey deyim mi? Ben bu meslekte ilk neyi öğrendim biliyor musunuz? Şaşırmamayı! Nerede kalmıştım, gittim ne göreyim, cani dümbük, kadının başına vurup bayıltmış, sonra da gözlerini oymuş. Bir baktım yanımdaki polis memuru arkadaş kusuyor. Bir patlattım ensesine; “Lan senin neyine cinayet büro, çık gözüm görmesin seni bir de olay yerini bozuyor bak hele bak bak!” diyerek azarladım. Neyse o çıktı gitti yazık, ben ilk raporu o an oradaki uzmanlardan alıp merkeze döndüm. Başladım bu iki kurban arasındaki ilişkiyi araştırmaya. Hiç alakası olmayan iki masum insan. Biri muhasebeci, diğeri ev hanımı. E bu manyak dümbük bunları niye öldürüyor gardaş diye bakınırken bir şey dikkatimi çekti. Bu ikisi yaklaşık bir sene önce organ nakli ameliyatı geçirmişler! Aha dedim buldum. Gizli bilgidir bu yüzden hemen ulaşamadım bilgiye ama olayın aciliyetini bildirip, başka cinayetler olmasın diye konuyu özel olarak aktardığım savcıdan izni kaptım. Döndüm merkeze, arkadaşlarla baktık ne görek? Bu iki kişiye aynı kişiden organ nakli yapılmış. Saniye Yüce’den! Hemen organların alındığı hastaneye gittik. Bulduk başhekimi. Dedik organların kimlere verildiği bilgisine kimler erişebilir. Kimse erişemez demez mi! Gardaş vahiy mi inmiş de öğrenilmiş, bir şekilde sızmış işte bir daha düşün hele dedik. Telefonu kaldırdı baş hemşireyi çağırdı. Hemşire önce mırın kırın etti ama sonra demesin m; “Geçen ay, organlarını bağışlanan kadının nişanlısı geldi, yalvardı yakardı; “Ben nişanlımın gözlerine bakacağım, ben nişanlımın kalbini dinleyeceğim.” dedi, ben de bilgileri veriverdim haline acıyıp!”
Sinirim tepeme çıktı! Dedim başka organ verildi mi kimseye? “Bir de böbrek nakli oldu, ay ben vallahi insanlık namına söylemiştim” dedi muhtemelen hemşerilik hayatının son gününü yaşayan abla…
Aldık böbrek nakli olan kişinin adını adresini, iki ekip evine doğru yola çıktık. Lanet girsin ki karşıda oturuyormuş, açtık sirenleri yardıra yardıra gittik. Sokağa girdiğimizde sirenleri kapatıp, apartmanın önüne vardığımızda hepimiz daha arabalar durmadan atladık içinden, koştuk içeri. Çıktık ikinci kattaki daireye. Abo bir baktık kapı açık, böyle kındırık bırakılmış, yavaşça açıp içeri girdik sessizce. İçerideki odadan duyduğumuz çığlıkla üşüştük odaya, bindik herifin tepesine. Vallaha tam indiriyordu zavallı kadının kafaya vazoyu. Sonrası da malumdu, önce bayıltacak sonra bıçaklayacaktı kesin. Kıskıvrak suçüstü yakaladık, getirdik merkeze. Önce biz aldık ifadesini sonra da savcı aldı ve tutuklama talebi ile mahkemeye gönderdi.”
“Niye öldürmüş lan masum insanları?”
“Hiç sorma baba. Adam bundan iki yıl önce nişanlısı ile tatile giderken trafik kazası geçirmiş ve nişanlısını hemen oracıkta kaybetmiş. Kendi haşata dönen arabadan sağ çıkmış. Nişanlısı ölmeden seneler önce organlarını bağışlamış ama bunun haberi yokmuş. Karşı çıkmış ama yapacak bir şey yok. Neyse kadını gömmüşler, bu yemiş kafayı, yani psikolojik tedaviler, hastaneler, ilaçlar böyle böyle bir sene geçmiş. Tabii iyileşememiş, Gitmiş operasyonların yapıldığı hastaneye, hemşirenin de dediği gibi yalvarmış, inandırmış. Acısını içine gömen masum bir aşık, sadece ölen nişanlısını hissetmek için bilgi istiyor sanmış hemşire. Ama işin aslı öyle değil, bu herif kafayı sıyırınca, aldığı isimleri tek tek bulup öldürmeye başlamış. Neymiş, nişanlısının gözlerine kimse bakamazmış, kalbinde kimse olamazmış. Başkasının vücudunda yaşayamazmış. Ya nelerle uğraşıyoruz işte… Abo ne oldu size ya kaldınız öyle olduğunuz yerde. Çay da bitti, İsmail ağabey, hadi bir çay daha koy da içip gideyim, dışarıda işim gücüm var.”
“He dur koyayım, lanet olsun böyle insanlığa, başka çay isteyen?”
Kimseden ses çıkmamıştı, bu sefer derneğe heyecandan çok hüzün çökmüştü.