“Kendi soydaşlarımızın hürriyet ve bağımsızlıklarına kayıtsız davranmamız elbette uygun görülemez. Fakat milliyet davası şuursuz ve ölçüsüz bir dava şeklinde mütalaa ve müdafa edilemez...Hareketlerin imkân sınırları ve sıraları mutlaka hesaba katılmalıdır. Türkiye dışında kalmış olan Türkler, ilkin kültür meseleleriyle ilgilenmelidirler. Nitekim biz Tüklük davasını böyle bir müsbet ölçüde ele almış bulunuyoruz. Büyük Türk tarihine, Türk dilinin kaynaklarına, zengin lehçelerine, eski Türk eserlerine önem veriyoruz. Baykal ötesindeki Yakut Türklerinin dil ve kültürlerini bile ihmal etmiyoruz.”
“Bugün Sovyetler Birliği, dostumuzdur; komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bu günden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir… Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır. Manevi köprüleri sağlam tutarak. Dil bir köprüdür… İnanç bir köprüdür… Tarih bir köprüdür… Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimizin içinde bütünleşmeliyiz. Onların (Dış Türklerin) bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekli…”
“…şu anda, büyük Türk milletinin bir ferdi olarak…
…Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli, Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti'dir…
Şunu da ehemmiyetle tebarüz ettirmeliyim ki(belirtmeliyim ki), yüksek bir insan cemiyeti olan Türk milletinin… … millî ülkümüzdür. Türk milletine çok yakışan bu ülkü, onu, bütün beşeriyette(insanlıkta), hakikî huzurun temini yolunda, kendine düşen medenî vazifeyi yapmakta muvaffak kılacaktır.
… Bugün, aynı iman ve katiyetle söylüyorum ki, millî ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin büyük millet olduğunu, bütün medenî âlem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır. Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı(gelişmesi) ile, atinin(geleceğin) yüksek medeniyet ufkundan yeni bir güneş gibi doğacaktır.
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!”
Yukarıdaki sözler Mustafa Kemal ATATÜRK’e ait sözlerdir. Üçüncü grup sözler, tamamen hepimizin sadece adını ezbere bildiğimiz Onuncu Yıl Nutku’ndan alınmış bazı sözlerdir. Yani sesiyle ve görüntüsüyle bildiğimiz sözleridir.
Adeta gizlenmiş olan ve sanki bilinmesi ve anlaşılması istenmeyen bu sözler, Mustafa Kemal ATATÜRK’ün esas fikir ve mücadelesinin ana temelini, omurgasını oluşturan sözlerdir.
Bu sözlere bakarak Mustafa Kemal ATATÜRK’ü herhangi bir gruba dahil etmek mümkün değildir. O’nun bir tek grubu vardır: Türk Milleti!
Mustafa Kemal ATATÜRK’ün mücadelesi ve davası Türk Milleti olduğuna göre, Türk Milleti’nin olduğu her coğrafya O’nun ilgi alanındadır.
Mustafa Kemal ATATÜRK’ü Ümmetçi ve Siyasi Enternasyonalist anlayışları ile anlamak mümkün değildir. Mustafa Kemal’i anlamak için ve gizlememek için millî bakmak, millî düşünmek ve millî görmek gerektir.
Bu kadar sözü ne için söylüyorum?
Yaklaşık bir haftadan beri içimizi yakan bir takım olaylara tanık oluyoruz ve aralıksız takip ediyoruz.
Nedir o olaylar? Kazakistan’da yaşananlar! Kendi ülkemizdeki ağır ekonomik, toplumsal ve siyasî bunalımları aşan Kazakistan olayları ile ilgilenmek bize yukarıda gördüğümüz gibi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün vasiyetidir.
Kazakistan biziz, Kırgısiztan biziz, Özbekistan biziz, Türkmenistan biziz, Azerbaycan biziz, Doğu Türkistan biziz, KKTC biziz, Güney Azerbaycan biziz, Irak ve Suriye Türkmenleri biziz, Kırım biziz, Macaristan biziz, Gagavuzya biziz, Bulgaristan, Yunanistan Türkleri biziz, Sibirya Türkleri biziz, hatta Tacikistan biziz. Kısaca, Mustafa Kemal ATATÜRK’ün dediği gibi bütün Dış Türkler biziz. Hem de hangi coğrafyada olursa olsun biziz.
Dış Türklerin olduğu her yere karşı ilgimiz olmalı ve kayıtsız kalmamalıyız.
Kazakistan konusunu da aynı anlayışla dikatle takip etmek ve bir an önce olayların durulup Kazakistan’ın bağımsızlığının korunarak sonuçlanmasını dilemek ve beklemek gerektir.
Mümkün olduğu kadar orada yaşananların ayrıntılarına girmemeye dikkat ediyorum. Çünkü böyle dönemler, çok sözün olduğu ancak her sözün doğruluğunun ve kaynağının ne olduğunun tam anlaşılamadığı dönemlerdir. Bundan dolayı, söylenenleri takip etmek ancak, ihtiyatlı ve tedbirli yaklaşmak zorundayız.
Kazakistan’da yaşananları şu açıdan da değerlendirmek gerektir. Alınacak dersler mutlaka vardır. Hem de sadece Kazakistan yönetimi ve Kazakistan vatandaşları için değil, bizlerin de gerek yönetim ve gerek vatandaş olarak alacağımız dersler mutlaka vardır.
Bir konuyu daha açıklamakta yarar görüyorum. O da şudur: Sanki, 20. Yüzyılda 25-30 sene içerisinde medenî Avrupalı on milyonlarca insanın öldüğü iki dünya savaşını yapmamış gibi bir unutkanlıkla değrlendirmeler yapıyoruz. Neden bu kadar kan aktı? Çünkü, mesele milliyet meselesidir. Tarih, milliyet savaşlarından hiçbir zaman vazgeçilemediğini bize çok açık bir şekilde anlatmaktadır.
1.ve 2. Dünya Savaşları milliyet savaşları değil mi idi?
Milliyet savaşının olduğunu en iyi anlayan da Mustafa Kemal ATATÜRK’tür. Çünkü kendi doğduğu, büyüdüğü topraklar başka milletlerin elinde kalmıştır. Sadece yukarıya alıntıladığım sözleri bile bunu en iyi şekilde anlatmaktadır.
Bu nedenle Türkiye, hem yönetim olarak hem de vatandaş olarak soydaşlarımızın yaşadıkları sıkıntılara kayıtsız kalamaz.