Cumhuriyete giden yolda korkunç zorluklar, bin bir güçlükler aşılmış, gerçekleşmesine ihtimal bile verilmeyen düzeylere erişilmiş, nihayet Cumhuriyet ilan edilmişti.
Şimdi sıra "fakr-ü zaruret" içindeki ülkenin her yönüyle perişan durumundan kurtarılmasına gelmişti.
Atatürk, Cumhuriyet'in kabul edilmesinin ertesi sabahı, İsmet Paşa'ya aşağıdaki göz yaşartıcı tarihi mektubunu gönderdi.
Bugün için düşünülmesi bile çok zor koşulların dile getirildiği mektup, demokrasi tarihimizin en önemli belgelerinden biri sayılabilir.
İşte günümüz diline uyarlanmış o mektup;
***
Sevgili paşam.
Cumhuriyet'in ilk Başbakanı olarak seni düşünüyorum.
Dur, hiç itiraz etme.
Bu aziz görev için niye seni seçtiğimi şimdi anlayacaksın.
Bizi yine büyük bir savaş bekliyor.Durumumuzun bir bölümünü cephe komutanı ve Lozan Baş Delegesi olarak elbette biliyorsun. Büyük devletlerin, bu sefil duruma bakarak, kısa zamanda pes edeceğimizi sandıklarını Lozan dönüşü sen bize anlattın.
Ben sana şimdi bildiğinden daha da acıklı olan genel durumu özetleyeceğim.
Bize; geri, borçlu hastalıklı bir vatan miras kaldı.
Bu gün, yoksul bir köylü devletiyiz.
Dört mevsim kullanılabilir karayollarımız, yok denecek kadar az.
4 bin kilometre kadar demiryolu var, bir metresi bile bizim değil. Üstelik yetersiz..
Ülkenin Kuzey'ini Güney'ine, Batı'sını Doğu'suna bağlamamız, vatanın bütünlüğünü sağlamamız şart.
Denizciliğimiz acınacak durumda.
Köylümüzü topraklandırmalı, ihtiyacı olan bir çift öküz ile bir saban vererek çiftçi yapmalıyız.
Doğu'daki, aşiret, bey, ağa ve şeyh düzeni Cumhuriyet'le de, insanlık'la da bağdaşmaz.
Bu durumu düzeltmeli, halkı kurtarmalıyız.
Her yerde tefeciler halkı eziyor.
Güya tarım ülkesiyiz ama, ekmeklik unumuzun çoğunu dışarıdan getirtiyoruz.
Sığır vebası hayvanlarımızı öldürüyor.
Doktor sayımız 337, sağlık memuru 434, ebe sayısı 136.
Pek az şehirde eczane var.
Salgın hastalıklar insanımızı kırıyor.
3 milyon insanımız trahomlu.
Sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgın halde.
Bit, ciddi sorun.
Yani nüfusumuzun yarısı hasta.
Bebek ölüm oranı yüzde 60'ı geçiyor.
Nüfusumuzun yüzde 80'i kırsal bölgede yaşıyor. Bunun önemli bölümü göçebe.
Telefon, motor, makine yok.
Sanayi ürünlerini dışarıdan alıyoruz. Kiremit'i bile ithal ediyoruz.
Elektrik, yalnız, İstanbul ve İzmir'in bazı semtlerinde var.
Düşmanın yaktığı köy sayısı 830, yanan bina sayısı 114 bin 408.
Ülkeyi neredeyse yeniden kurmamız gerekiyor.
Yunanistan'dan gelen göçmen sayısı da 400 bin'i geçecek.
İktisadi hayatımız da, eğitim durumumuz da içler acısı.
İktisatçımız da çok az.
Zorunlu okuma yaşındaki çocukların ancak 4'te birini okutabiliyoruz. Yani halkın eğitimi hiç çözülmemiş. Oysa Cumhuriyet'in insan malzemesini hazırlamalı, namus cephesini güçlendirmeliyiz.
Kültür eserlerimiz kaçırılmış, kaçırılmaya devam ediliyor.
Raporlarda daha ayrıntılı, daha acı bilgiler de var. Bunları Bakanlara ve parti yönetim kuruluna da ver, genel durumu tam bilsinler.
Bütçemiz, gelirimiz yetersiz.
Benim; bu iktisadi çıkmazdan kurtulmak için geliştirdiğim bir düşüncem var.Bu düşünceyi günü gelince konuşuruz.
Hedefimiz; milli iktisat, bağımsızlığın sürekli olması için, iktisadi bağımsızlık temel ilkemiz olmalı.
Osmanlı bu gerçeği çok geç fark etti.
Cumhuriyet'e uygun bir Anayasa'ya gerek var.
Bu zor durumdan nasıl çıkılabileceğini gösteren ne bir örnek var önümüzde, ne bir deney. Ama yılmamak, ucuz, geçici çarelerle yetinmemek, halkı kurtarmak için sorunları çözmek, kalkınmak, ilerlemek, milli egemenliğe dayalı, uygar ve özgür bir toplum oluşturmak, yüzyılımızın düzeyine yetişmek; kısacası, çağdaşlaşmak, bu büyük ideali tam olarak başarmak zorundayız.
Bu ana kadar bu ideali koruyarak geldik. Bundan sonra daha hızlı yürümek zorundayız. Bunun için gerekli yöntemi, yolu, birlikte arayıp bulacağız.
Yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız.
Kaderin bizim kuşağımıza yüklediği kutsal bir görev bu. Bu büyük görevin ağılığını ve onurunu seninle paylaşmak isterim. Allah yardımcımız olsun.