ADET-ÖRF-KÜLTÜR        

15/03/2023 04:12 186

İnsan, tek başına yaşayan bir varlık değil, yaşamı toplum içinde. Toplum; dinamik, sürekli iş bölümü, bireylerden, sosyal gruplar ve örgütlerden, ilişki ağından oluşan bir yapı. Ulus da bir toplum. Fakat; ortak geçmişe ve kültüre sahip, devlet olarak örgütlü, sürekli, organize ve de canlı bir organizma. Din, dil, ahlak, tarih gibi ortak değerler çok önemli unsurlar uluslar için.

Hepimiz; ırkımızın, atalarımızın evlatları ve mirasçılarıyız. Kişiliklerimizde, davranışlarımızda, alışkanlıklarımızda, inançlarımızda çok payı var geçmişimizin.

Adetler; halk tarafından benimsenen, alışılan, yerleşmiş olan ve de yaygın biçimde uygulanan davranışlardır. Toplumdan topluma, hatta aynı toplumda yörelere göre farklı olur adetler.

Örf de bir adettir ama yaptırım gücü cinsinden olan bir adet… Bir anlamda yazılı olmayan hukuk da denebilir. Yasalarla belirlenmemiş ama halkın kendiliğinden uyduğu, gelenek ve adetlerin bütünüdür örfler. Çoğu iyi niteliktedir ve hukuku tamamlar. Hakimler yasada dava ile ilgili bir hüküm bulamazlarsa, kararlarını örf ve adetlere göre verirler.

Günlük yaşamımızda sayısız örnekleri var örf ve adetlerimizin. Yaşlılara, engellilere, hanımlara gösterilen saygı, çocukları koruma, camiye hatta evlere ayakkabıları çıkartarak girme, yemek yeme tarzımız, el öpmeler, konukseverlik, yabancıya, yolda kalana yardım etme, açları doyurma, cenazeye iştirak-yemek gönderme, askere uğurlama, dini bayramlar, doğum, nişan, sünnet ve düğün gibi…

Adetsiz, örfsüz bir toplum düşünülemez ve olamaz da… Bunlar sosyal ilişkilerin düzenleyicisidir. Farklı siyasi rejimlere, inançlara rağmen yaşarlar ve yaşatılırlar. Manevi özellikler, ortak inanç ve değer hükümleri korunur ve sonunda kolektif bir irade ve ulusal bir bilinç oluşur.

Güzel ve olumlu örf ve adetlerimizin yanında, ne yazık ki hala devam eden, insan haklarına, çağa ters düşen olumsuz olanları da var. Kan davaları, kızlara söz ve seçim şansı verilmeden yapılan evlendirmeler, kumalık, başlık parası, bekaret kanıtı olarak kanlı çarşaf gösterme, yıkıcı masraflı düğünler gibi…

Töreyi çiğneyenlere, aile meclisi kararıyla hala infazlar yapılıyor ki, çok acı ve üzücü. Köyde, kırsal kesimde, küçük şehir ve kasabalarda, büyük şehirlerin varoşlarında; eski gelenekler görenekler sıkı bir şekilde korunmakta ve sürdürülmekte. Büyük şehirlerde tablo oldukça değişti, zayıfladı, tavsadı gibi. Eskisi gibi fazla aldırış edilmiyor ve uygulanmıyor.

Dini konularda da İslam’la bağdaşmayan, Şamanizm’den, putperestlikten kalma davranışlar günümüzde hala sürmekte. Türbelerde, yatırlarda dilek tutmalar – bez bağlamalar, adaklar, muskalar, sihirler, büyüler, kurşun dökmeler gibi… TV ekranlarında Ramazan’da türbe ve yatırlarda yaşanan izdiham bunun en güzel kanıtı.

 

 

 

 

 

Kültür; Latince Cultura’dan geliyor. Anlamı; toprağı ekip ürün almak, üretmek demek. Kültür; insanın insana karşı, maddeye karşı tavrı, manevi değerlerin tümü, yapılan her iş ve her şeyin toplamı. Bir toplumun duyuş ve düşünüş benzerliğini sağlayan değerler manzumesi. Tarihsel bir olgu. Bu sayede bireyler, bir dünya görüşüne sahip oluyorlar ve kendi iç dünyalarını oluşturuyorlar. Ahlak da kültürün manevi boyutlarından biri ve kültürün üst ve önemli bir yapısı ahlak. Kültür; bir toplumu diğer toplumlardan ayıran, farklı kılan yaşama şekli, sosyal ve manevi değerler ve davranışlar sistemi. Ayrıca tarihi bir birikim de sosyal ve ulusal kimliğin simgesi de… Marx, ‘’Doğanın yarattıklarına karşın, insanoğlunun yarattığı her şeydir’’ der kültür için. Yani maddi ve manevi değerlerin tümüdür kültür. Kültür, bilginin özümsenerek yaşam biçimine dönüşmesi. Maddi kültür, uygarlık, uluslararasıdır. Fakat manevi kültür olan örf-adet, sosyal kurumlar, sanat ve değer hükümleri, ulusaldır ve ulusa özgüdür.

Beşeri alandaki kültür eğitim, bilim alanındaki kültür ise uygarlık, estetik alandaki de güzel sanatlar. Öğrenim ve eğitim, birbirinden farklı şeyler. Öğrenim, bilgilerin kişilere aktarılmasıdır. Eğitim ise; bilgileri, yargıları, bir düzen içinde kullanma, karar verme, uygulama, yararlanma becerisi kazandırma ve bunların yeni kuşaklara aktarılmasıdır. Kant, ‘’İnsanın tüm yeteneklerini, uygun bir biçime getirip, amaca ulaştırabilmesidir’’ der eğitim için.

Oyunlarımız (zeybek, horon, barlar vs. karagöz, ortaoyunu, tiyatro) saz şairlerimiz, edebiyatımız, ezgiler, atışmalar, atasözleri, bilmeceler, masallar, türküler, ev aletleri, her türlü sanatsal etkinlikler, halı, kilim, çoraplar, el işlemeleri kültürümüzün değişik öğeleri. Anadolu; birçok kültürü bağrında barındırmış, eritmiş ve yeniden yaratmış bir kültür mozaiği. Çok zengin bir kültürel hazine Anadolu toprakları. Ruhumuza, kişiliklerimize işlemiştir tüm bunlar.

Toplumlar, kültürel değerlerini titizlikle korurlar. Elbette zamanla, değişen şartlar gereği, ihtiyaçlar karşısında bazı değişimler olacaktır ama bu asla özü bozmamalıdır. Güçlü uluslarda siyasal bağımsızlık yitirilirse bile, kültürel varlık yaşamını sürdürür. Zengin ve yaratıcı kültüre sahip olan uluslar kısa sürede bağımsızlıklarını geri alırlar. Bizde, Japonya’da, Almanya’da olduğu gibi.

Çağımız iletişim ve bilgi çağı. Kültürler kapalı kalamıyor, birbirini etkiliyor. Teknoloji ve sanayi gelişimi sosyal ve kültürel hayatı değiştirmekte. Manevi kültür de bundan payını alıyor. Fakat bir ulusun manevi kültürü zenginse bundan korkmamalı. Dil ve tarih, kültürümüzü ve tarihsel kimliğimizi korumada, gelecek kuşaklara aktarmada çok önemli unsurlar.

Değerli kültür miraslarına sahip çıkmalı, korumalı ve yaşatmalı. Müzeler, kütüphaneler, oyunlar, şölenler, ulusal birliği sağlayan, güçlü etkenler. Dili, ahlakı, estetik zevkleri, iyi adet ve örflerimizi, genç kuşaklara aşılamak zorundayız. Bunlara sahip çıkmak hepimizin görevi.

Paha biçilemez değerdeki kültür hazinelerimiz yok ediliyor, kaçırılıyor, satılıyor. Büyük paralar kazanıyorlar bu işi yapan uluslararası şebekeler.

Atatürk’ün hedefi; ulusal tarih ve kültürümüzle, batı uygarlığını, manevi niteliklerimizi kaybetmeden, dengeleyerek, yeni bir sosyal yapıyı kurmaktı. Bu yüzden, ‘’Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür’’ dedi ve kurduğu cumhuriyeti, devrimlerini; inandığı, güvendiği, toplumun en dinamik gücü ve geleceği olan Türk Gençliğine emanet etti. Gençlerimiz kendilerine verilen bu kutsal görevin bilinci içindedir. Sorumluluğu yüklenecek güç ve azime de sahiptir. Başaracaklarından eminim. Bu konuda en ufak bir kuşku ve şüphe duymuyorum.