6 YAŞINDA EVLİLİK

12/12/2022 18:42 669

 

Ülkemizde birkaç günden beri infial halinde işlenen bir konu var.  6 yaşında bir bebenin 28 yaşında bir kişi(!) ile evlendirilmesi.

Bu konu, aslında uzun tarihî geçmişi olan bir konudur. İslâmın ilk dönemlerinden beri konuşulan, tartışılan, üzerinde bir çok yorumlar yapılan bir konudur.

Kur’an’da böyle bir evliliğe cevaz verilip verilmediği de tartışılan bir konudur. Daha doğrusu şöyle söyleyelim. Çeşitli tefsirler ele alarak bu konuyu tartışanların olduğunu da biliyoruz.  

6 yaşında bebenin evlendirilmesi konusu patlak verince, bir kesim böyle olmadığını anlatmak gayretiyle bir takım girişimlerde bulundu ama işin kökenine baktığımızda bu girişimlerin çok etkili, kalıcı ve anlamlı olduğunu söyleyemeyiz.

Neden?

Çünkü, konu 6 yaşında bir sabinin, bebenin evlendirilme sapıklığı ile geçiştirilecek bir konu değildir de onun için.

Konu şudur; Kur’an’a uyup uymadığı bile tartışılmadan, çeşitli tefsir ve mealler ortaya konulup ortak bir sonuca varılıp varılmadığına bakılmadan Sünnet adı altında başka bir dünya yaratmak düşüncesidir.

Biz 6 yaşında bir kızın evlendirilebileceği sözlerini yıllardan beri duymuyor muyuz? Bu tartışmalar ve bu konuşmalar olurken işin bu noktaya geleceği, getirileceği belli değil miydi?

Ayrıca, kadın-erkek ilişkileri çerçevesinde 20 yıldan beri pervasızca sözler, açıklamalar, uygulamalar görmüyor muyuz?

Sadece kadın-erkek ilişkileri çerçevesinde değil elbette deve sidiği içilir gibi daha pek çok konuda sözler, açıklamalar duymuyor muyuz?

Bütün bu açıklamaları yapanların temel gayesi nedir acaba diye sormak gerektir aslında. Bu açıklamaları yapanların uygulamaları böyle mi diye sormak gerektir aslında ve uygulamaları böyle değil ise amaçları nedir diye sormak gerektir aslında.

Bu soruları değerlendirelim. Bir kere amaç söylediklerini uygulamak ise, yaşantılarının sözleri ile asla uyumlu olmadığını açıkça görmekteyiz. Kütub-u sidde’nin, yani Tirmizî, Buharî, Nesaî, Müslüm, Davud ve Mace’nin – ki bazıları Mace yerine Malik’in eserini koyar – gibi altı Hadis yazarının kitaplarını temel alanlar, acaba yaşantılarında bu okuduklarını ne kadar uyguluyorlar?

Teknolojinin, gelinen hayat tarzının hiç birini eksik bırakmayacaksın, ama herkese bu Muhaddislerin yazdıklarını anlatacaksın. Böyle değil mi?

ABD’de bir grup var. Hamiş diyorlar. Onlar kendi inançları doğrultusunda ortak bir hayat tarzı kurmuşlar ve öyle yaşıyorlar. Bizde öyle mi?

Peki neden böyle?

Çünkü, Türk Milletinin verdiği Millî Mücadele ile elde ettiği Hükümranlık sonucunda oluşturduğu Medenî Kanun’u reddediyorlar da onun için böyle oluyor.

Lâikliğin aslında inançlı kişilerin korunması için var olduğunu kabul etmiyorlar da onun için böyle oluyor.

Bu tartışma, bu fikir kavgası yeni değildir. Ancak bugünkü dönemin bu tür konuların artık açığa çıkması gerektiğine ve yapacakları uygulamaların herkese gösterilmesi gerektiğine inandıkları bir dönem olduğu için bu sözler ve bu uygulamalarla karşılaşıyoruz.

Belki daha başka konular ile de karşılaşacağız. Çünkü, Türk Milletini din dışı Arap örfüne sokmanın zamanı geldiğine inananlar var.

Arap örfü konusu oldukça önemlidir. İslâmın geldiği ilk dönemlerde Medine’de hangi kurallarla yönetim yürütülmeye çalışılmıştır? Bu soruyu sorduğumuzda verilecek cevap ne olacaktır? Peki, Sünnet diye o dönemde yapılanları olduğu gibi alırsak hangi sonuca ulaşırız?

Bakınız!

İmam, Cami’de başka bir kadınla yakalanıyor ve hem de yakalayan kendi nikâhlı karısı! Müftü, açıklama yapıyor. Basılanlar imam nikâhlı ise yapacak bir şey yoktur diyor. Böyle bir çirkin olayın Cami’de olup olmamasını değil, Medenî Kanun ile kavgasını ele alıyor. Ne demek istediğimi anladınız mı?

Osmanlı Devletimizde 19.yüzyılın başından itibaren yenileşme çalışmaları başlamıştı. Yani 3. Selim ile birlikte Devlet yönetimi, Avrupaî tarz dedikleri yeni bir aşamaya geçmeye karar vermişlerdi. Bütün yüzyıl boyunca bu anlayış etkisini sürdürmeye devam etti. Avrupa’dan bir çok konuda örnekler alındı. Kanunlarda da kaçınılmaz olarak örnekler alınacaktı ve alındı. Yüzyılın ikici yarısında medenî ilişkileri yürütmek üzere yeni bir kanun çalışmaları başladı. Bu çalışmalar sonucunda Mecelle oluşturuldu. Mecelle tartışmalara son veremedi. Bu tartışmalar, Türkiye Cumhuriyetini kuran irade tarafından sonlandırıldı ve 1926 yılında yüzyıldan fazla süren tartışmalara son verilerek İsviçre Medenî Kanunu örnek alındı ve uygulamaya geçildi. Bu Medenî Kanun içerisindeki eksiklikler, yanlışlıklar o zaman da tartışıldı ve uygun duruma getirilerek yürürlüğe girdi.

Türk Milletinin günlük yaşantısına en uygun olanın bu Kanun olduğuna karar verildi. O dönemin araştırıcı ve uygulayıcıları, Türk Milletinin değerleri ile donanmış ve Türk Milleti için canını vermekten çekinmeyecek kadrolar idi. 2001 yılında yapılan değişikliklerle birlikte Medenî Kanunumuz yürürlüktedir ve bu Kanuna göre medenî dünyamız yürümelidir ve yürüyecektir. Bir ülkede aynı anda hem Kanun, hem de kanuna aykırı hayat yürüyemez, yürümemelidir.

Soz söz: Türk Milleti, kararını Millî Mücadele başladığında verdi ve Kuvvay-ı Milliyecilerin yanında yer aldı.