Tarlamın tapusu var; ama benim değilmiş Ev’de ben yaşıyorum; ama benim değilmiş
Daha geçen hafta sizlerle paylaştığım bir yazımda “Gidilmemiş her yol, keşfedilmemiş bir dünyadır” demiştim.
Zaman zaman yolum, Yerköprü’ye düşer. O hat üzerinden Yerköprü, ardından Kıralan ve Varda Köprüsü üzerinden Bucak ayırımı… Bu yol bana nedense, Türkiye’nin kuruluş yıllarındaki saflık, güzellik ve acıyı çağrıştırır. Yer Köprü’de çağıldayarak akan su bu toprakları bize emanet edenlerin kutsal gözyaşları gibi görünür.
Dağların da gözyaşları vardır; dağlar ırmaklar ile ağlar. Ve bu kutsal gözyaşları, geçitleri ve ovaları sulayarak denize doğru akarken yeniden dağlara ve ovalara can verir.
Dağların gözyaşları Anka kuşlarıdır.
Karaisalı’yı geçtikten sonra Aşağı Belemedik ve Gülüşlü Köy’ü karşılar bizi. Köy mezarlğı ile bizi yolcu eder.
ÖLÜSÜNE HAİP ÇIKMAYAN; DİRİSİNE ÇIKMAZ…
Tertemiz, bakımlı bir mezarlık… Ölülerine saygı göstermeyen insanların dirilere saygısına asla güvenmem. Köy, ölülerine saygılı; mezarlık anlatıyor bunu. Arşivimde bulundurmak amacı ile şehit mezarlığının fotoğrafını çektim ve Toros HES Kavşağına gelince, Kuzeye doğru bir yol açılıyor: Karakılıç Köyü. Bu köye hiç gitmemiştim. Tertemiz yol ve serinlik veren çam ağaçları arasında bu yola girdim. Bulutlu bir Mart günü…
Gildirli Köyü’ne bağlı Ekecik Yaylası’nın kıyısından Karakılıç Köyüne doğru yollandım. Ekecik yayla Evlerinin bir kilometre güneyinde ve Karakılıç Köyü’nden 6 Km önce bir mermer ocağına rastladım. Bunun dışında, coğrafya bütün masumluğu ile duruyordu.
Köyün silueti çam ağaçları arasından belirdi. O esnada üç genç yolun kenarında oturmuş kendi aralarında konuşuyorlardı. İlgisizce geçen araca baktılar. Hayret ettim. Genelde köy yerine gittiğimde gözlerin çok meraklı olduğunu görürdüm.
Bu gençler öyle merakla bakmadılar. Bu kez ben durdum ve bu köyden sonra gidecek yol olup olmadığını sordum. Bundan sonra köy yok. Karakılıç Köyü, Karaisalı’nın bu yöndeki son köyü. (Karakılıç Köyünün de olmadığını saha sonra öğrenecektim) Manevra yapmak için köyün içine kadar girdim. Tam bir köy yeri idi. Yapılar onu gösteriyordu. Bir çok köyde rastladığım, terk edilmişlik burada da yüzüme çarpıyordu.
Her taş, her ağaç, terk edilmişlik ve unutulmuşluğu anlatıyordu.
Orta yerde caminin önünde durdum ve çevreyi gözlemeye başladım. Az ötede bir evin altında keçiler oynaşıyor bir köylü kadın da onlarla ilgilenirken göz ucuyla da köylerine gelmiş yabancıya bakıyorlardı. Yolda gördüğüm gençler, yürüyerek yanıma kadar geldiler. Konuşmaya başladık.
ULUSAL DRAM: ATANAMAYAN ÖĞRETMENLER
Tahlil edici gözlerle derin bakışlı bu gençlere adlarını sordum:
“Şeref Odabaş: Edebiyat Öğretmeni”, “Mehmet Özdemir, Sosyal Bilgiler Öğretmeni” ve
“Turgut Çardakçı’nın İşletme Mezunu” olduklarını öğrenince hem çok şaşırdım hem de üzüldüm. Sonradan Abdülaziz Çardakçı’da katıldı.
Çukurova öylesine bir coğrafya ki ovada bahar, Karakılıç köyünde kış vardı. Ovaya göre giyinmiş olduğum için günü birlik bu mevsim değişikliğinden üşüdüm ana gençlerin söyledikleri ile üşümek mümkün değildi.
Üçü de öğretmendi ve atanamadıkları için köyde atıl vaziyette yaşıyorlardı.
Burada kimin ne dediğini bir anda not alamadım.
Anlatılanları Şeref, Turgut ve Mehmet’in ortak anlatımı olarak kabul edebiliriz.
“Böyle bir köyde yaşayıp da yüksek okulu bitirmek kolay değildir. Okumamızda başta anne ve babamız olmak üzere herkesin emeği var. Öylesine zorluklar yaşadık ki ama diplomayı alıp öğretmen olunca hepsini unuttuk. O sevinçle köyümüze geldik. Geliş o geliş; hala atama bekliyoruz.”
“Günleriniz nasıl geçiyor?”
İşte gördüğün gibi, bu yol boyu aşağıya iniyoruz, çene çalıyoruz, konuşuyoruz, varsa işimiz yapıyoruz ve bekliyoruz… Öğretmen olarak atanacağımız günü bekliyoruz… Her sabah umudumuzu tazeleyerek uyanıyoruz… Akşama içimiz kararmış olarak eve dönüyoruz…”
“Peki, yaşadığınız yerin adı köy idi mahalle oldu ne değişti?”
Önce aramızda bir gülüşmeler oldu. Sonra yaşlı bir köylü kadın uzaktan bağırdı:
“Kimmiş bu neye gelmiş?”
“Hiç dedim, dolaşmaya çıktım. Yolum buraya düştü…”
“Yalan söylüyor yalan! İnsan dolaşmak için bu köye gelir mi?” dedi. Gülüşmelerimiz arttı.
“Köyümüzün mahalle olması ile ne mi değişti? Vergilerimiz arttı. Sorumluluklarımız arttı… Dahası yaşadığımız köyün bize ait olmadığını öğrendik…”
“Nasıl anlamadım?”
İMECE KALKTI VERGİ GELDİ…
“Adına İMECE dediğimiz köylülüğün dayanışma ruhu öldürüldü. Bakın köyümüzün su, veya başka ihtiyaçları İMECE usulü gideriliyor idi. Bizim bu usulle getirttiğimiz sular için şimdi su parası ödüyoruz. Buralar köy statüsüne tabi yerlerdi. Bütün iş ve işlemlerimiz Mücavir Alan’a uygulanan yasalar çerçevesinde yürüyordu. Şimdi evimizin önünde çıkardığımız su için para ödüyoruz. Yahu emlak vergileri şehirdeki gibi alınmaya başladı. Büyükşehir Belediyesi’nin doğru dürüst ciddi bir hizmetini görmedik ama mali yükümlülükleri ile hepimiz tanıştık.
Şimdi bir ev veya çardak yapacak olan kişi aynı şehirde inşaat yapacak kişi gibi belgelerini hazırlayıp belediyeye götürmek zorunda kalıyor.
Çok ilginç, madem köy statüsünden mahalle statüsüne geçilecekti hiç olmazsa bunun alt yapısı hazırlanmalıydı.
Öyle bir hazırlık olmadan bir akşam köylü olarak yatıyorsunuz, sabah şehirli olarak uyanıyorsunuz. Hem belediye hizmet vermiyor / veremiyor hem de yapmadığı / yapamadığı hizmet için köylü borçlanıyor.”
“Peki ya üretim?”
“Üretim zaten köyümüz gördüğünüz gibi dağlık, ağaç kesimi ve hayvancılıktan başka bir gelirimiz yok. Bir de son zamanlarda bir konu gelişti bilmiyorum sizin haberiniz var mı?”
“Nedir o?”
“Üretim için zaten sıkıntı çekiyoruz. Sizlerde çok iyi biliyorsunuz ki, üretimin maliyeti arttı, mazot fiyatları ortada ne üretirsek üretelim maliyetini karşılayamıyor. Şuraya bakın köy terk edildi. Bu bir yana, şahsen bizler, okuduk, meslek sahibi olduk ama henüz elimiz ekmek tutmaya başlamadı. Bari ailelerimize yardımcı olalım dedik ve bir gün anladık ki bu araziler, evler bize ait değil…”
BİZİM OLMAYAN KÖYÜMÜZ
“Az önce de söylediniz, köyün bizim olmadığını öğrendik dediniz. Nasıl?”
“Buralar Ramazanoğlu Vakfına aitmiş. Üstelik buralar köy yeri iken böyle bir şey yoktu, buralar mahalle olduktan sonra bu konu ortaya çıktı. Bir sabah baktık ki postacı tebligat getirmiş. Yüzlerce yıl dedelerimizin ekip biçtiği ve bu gün bizlerin olan bu tarlalar ve evler bizim değilmiş. Üstelik elimizde tapumuz var. Tapusu bizim adımıza olan tarla ve evler bize ait değil; şimdi böyle bir durumla karşı karşıyayız.
*
SEYFETTİN YILMAZ’IN ÇABASI
Sohbetimiz derinleştikçe Karakılıç Köyü’nün kış havasında üşüdüm. Gençlerle Adana’da buluşmaya karar verdik. Adana’ya dönünce Ramazanoğlu Vakfı ile ilgili küçük çaplı bir araştırma yaptım ve karşıma Seyfettin Yılmaz’ın Yazılı bir soru önergesi çıktı. (Başka milletvekili de ilgilenmiş mi bilemiyorum)
MHP Adana Milletvekili Seyfettin Yılmaz 24 Ocak 2012 tarihinde Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in yazılı olarak cevaplandırması isteğiyle bir önerge vermiş. Konuyu şöyle anlatıyor:
“Adana’nın Karaisalı ve Pozantı İlçelerinin bir çok köyünü içine alan Ramazanoğlu Halilbeyoğlu Piri Mehmet Paşa Vakfiyesiarazisi davası uzun süredir devam etmektedir. (25 Köyün adı sayıldıktan sonra) Yöre halkını tedirgin eden, evinden, yerinden, yurdundan eden, arazilerin vakıf üzerine tesciline dair mahkeme kararından sonra yöre halkı büyük bir sıkıntıya girmişti.”” Bu tespitten sonra Sayın Seyfettin Yılmaz: “ Kadastro uygulaması geçtikten sonra vatandaşların adına çıkan tapular, Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Hazine tarafından yaptıkları evleri, ahırları, bağları ve bahçelerinin tamamı mahkeme kararı neticesinde ellerinden alınmıştır. Vatandaşların tamamının umudu tükenmiş, devletine küsmüş, toprağını ekse karşısına ya vakfın veya hazinenin memurları veya Orman genel Müdürlüğünün memurları çıkmıştır. Köylüyü göçe zorlayan bu durum karşısında, vatandaşların büyük çoğunluğu köyünden göç etmişlerdir. Köylerde kalanlar ise şehre göç edemeyen, hiçbir iş yapamayan hastalar, yaşlılar ve atasını, oturduğu evini terk edemeyenler kalmıştır…”
İşte gidilmemiş her yol, keşfedilmemiş bir dünya derken tipik bir örnek. Bu müracaatın sonunda ne olmuştur şu an bilmiyorum.
Gülüşlü’den, Yerköprü ve Kıralan Köyüne dönmeden yoluma devam edip gittiğim Karakılıç Köyü’nde yaşanan dram…
Orada bir köy var’dı uzakta; şimdi yok…
Devletin bu dramı köylülerin mutluluğu doğrultusunda çözeceğine inanıyorum.